ACIMIZ TARİFSİZ…
On binlerce insanımız, korkuyla yardım beklerken, aynı yürek çarpıntısı içinde elimizi uzatiyoruz Umut olabilelim diye…
Çaresizliği televizyonda izleyince kuş olup uçmak istiyoruz yanlarına, o ağır kolonları kaldırıp, ölüme direnen vatandaşlarımızın elinden tutmayı çok istiyoruz…
Ancak gerçeklerle yüzleşince, gözyaşlarımız içine içine akıyor.
İşte o zaman ‘’gerçekle yüzleşince” yüreğimize oturuyor.
****
Acı ama gerçek… Her deprem bir kez daha, toplum olarak ne kadar günübirlik, ne kadar işbirlikçi, ne kadar ucuz yaşadığımızı ortaya koyuyor.
Her yıkım, suratımıza yediğimiz sert bir tokat gibi… Şiddeti acıtıyor, yüreklerimizi titretiyor.
Merkez üssü Kahramanmaraş olan onca insanımızın can verdiği depremde, can kaybı sayısının daha yüksek olduğu korkunç bir gerçek…
****
Bunları daha önce de yaşadık…
Bu yüzden her deprem sanki yeni bir dersin sayfalarını açıyor.
Yüreklerimizi yaralayan her ölüm, aslında ne kadar hesapsız, ne kadar bencil, ne kadar kaderci bir toplum yapısına sahip olduğumuzu da gözler önüne seriyor.
Oysa akıl var, nizan var. Deprem riskiyle yaşayan onca ülke ve aldıkları önlemler varken, insanlarına sundukları konfor varken, bu kader planı neden Türkiye’ye yazılıyor diye soruyor insan…
****
Sorarım size ihmalin neresi kader?
Türkiye’nin deprem haritasında kalın kalın çizildiği halde, değil 10 katlı bina yada iki katlı evlerin imarının bile tehlikeli olduğu bölgelere çok katlı imar izni vermek mi kader?
Deprem uzmanlarının onca uyarılarına karşı, bunu dikkate almamak, gerekli hazırlıkları yapmamak, deprem olduğunda müdahalede geç kalmak mı kader?
Birilerinin zengin olmak uğruna Türkiye’yi beton bloklara boğması mı kader?
Bilinsin ki yapılan ihmali, yaşanan gerçekleri ‘KADER’ diye geçiştirmek, insanların aklıyla oynamaktır…
Ortaya çıkan bir gerçek var, her afet insanlığımızı sınadığı halde, biz yine ders almıyoruz.
Toplumsal öğretmenimiz Şeyh Edebali’nin felsefesi “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” dersinden sınıfta kalıyoruz.