
İnsanlığın En Vurucu Manifestosu
Ne zaman adaletten söz etsem, içimde bir titreşim uyanıyor: “Haklı olanın hakkını bulacağına dair inanç.” İşte bu inanç, güvenin en saf hali. Bazen hayat, bizden sessiz kalmamızı ister; haksızlıkla yüzleşmek cesaret ister. Ama bir toplum, adalet duvarına dayanıyorsa yıkılmaz.
Çocukken mahallede bir haksızlık gördüğümde “Bu yanlış” demeye çekinmezdim; çünkü içimde bir ses vardı: “Doğruyu savunmak zorundasın.” O küçük ses, bugün bile yolumu aydınlatıyor. Bir dostuma haksızlık yapıldığında öfkem değil, adalete olan inancım harekete geçiyor: “Hak yerini bulacak” diyorum, yürekten.
Güven ise adaletle el ele gider. Mahkemeye inanan, hukuk sistemine güvenen bir vatandaş, geleceğe umutla bakar. Kurumlar şeffaf ve hesap verebilir olduğunda, insanlar “Beni koruyacaklar” hissiyle rahatlar. Aksi halde, insanlar kendi adaletlerini kendileri tesis etmeye kalkar; bu da kaosun kapısını aralar.
Birey olarak bize düşen, önce kendi vicdanımızı dinlemek: Haksızlığa sessiz mi kalıyoruz, yoksa “Dur!” diyebiliyor muyuz? Söz verdiğimiz adaleti yaşamaya ne kadar cesaretimiz var? Çünkü adalet, sadece mahkemelerde değil, her günlük tercihimizde sınanır. Bir iş arkadaşımıza haksızlık yapıldığında susmak, o adalet zincirini zayıflatır.
Toplum olarak yapabileceklerimiz net: Yargı bağımsızlığını savunmak, karar süreçlerini şeffaflaştırmak; her bireyin eşit muamele göreceği kurumlar inşa etmek. Eğitimde “hak, hukuk, adalet” eksenine yer vermek; çocuklarımıza sadece “doğru söyle” demekle kalmayıp “haksızlığa karşı susma” cesaretini de aşılamak.
Unutmayalım: Adalete ve birbirimize duyduğumuz güven, birlikte inşa ettiğimiz en güçlü kale. Onu yıkacak bir tek taş bile düşürmeyelim. Çünkü haklıya hakkını teslim eden, zalime diz çöktüren bu inanç, insan olmanın en vurucu manifestosudur.