Dipsiz Kuyuda Kadın Olmak
Güneş bir kez daha doğuyor, ama ışıkları ısıtmaktan çok yakıyor artık. Çarşıdaki pahalılık, mutfakta boşalan kavanozlar, cebinde eksilen bozukluklar... Hayatın yükü omuzlarımızı her geçen gün biraz daha çökertiyor. Ama bu yük, kadınların sırtında ağır bir taş gibi. Üstelik bu taş sadece ekonomik değil; şiddet, ötekileştirme ve çaresizlikle daha da ağırlaşıyor.
Bir kadının hayatı, artık her zamankinden daha ucuz. Manşetlerde bir isim daha görüyoruz: “Bir kadın daha öldürüldü.” Ne yazık ki çoğumuz bu cümleye o kadar alıştık ki, bir haberden öteye gitmiyor. Ama o ismin bir evi, bir gülüşü, hayalleri vardı. Belki bir çocuk annesine "Bugün ne yemek yapacağız?" diye soruyordu. Şimdi o soru, cevapsız.
Peki, neden böyle olduk? Ekonomik zorluklar mı bizi bu kadar duyarsızlaştırdı? Yoksa bu boğucu atmosferde hepimiz mi sustuk? Market sepeti dolmuyor, ama ceplerimize dolan öfke, hınç, suskunluk oluyor. Kendi savaşımızda kaybolurken, komşunun çığlığını duyamaz hale geldik.
Kadın olmak bu ülkede dipsiz bir kuyuda olmak gibi artık. Çıkmaya çalışsanız da üstünüze bir taş daha atılıyor. Ekonomiyle, sistemle, toplumla boğuşurken hayatlar elimizden kayıyor. Bir kadın daha öldürüldüğünde, hepimiz biraz daha eksiliyoruz.
Ama umudu da unutmayalım. Her karanlığın bir sabahı, her kışın bir baharı var. Belki birbirimize daha çok dokunur, dayanışmanın gücünü hatırlarsak bu zinciri kırabiliriz. Birinin sesi olmak, bir kap yemeği paylaşmak, birine “Yanındayım” demek; küçük ama mucizevi adımlar bunlar.
Unutmayalım: Kadınlar yaşarsa, toplum yaşar. Kadınlar gülerse, yarın aydınlanır. Bu yükü taşımak zor, ama birbirimize tutunursak belki yarın biraz daha kolay olur.