UNUTULMAYAN YILLAR
Yokluğun ve mutluluğun çok olduğu yıllarda ne güzel de günler geçirmişiz öyle. Yokluk ve mutluluk mu? İkisi aynı cümlede saçma olmuş, bence yanlış yazdı bu arkadaş diyenler olacaktır. Hayır hiç yanlış yazmadım evet yokluk ve mutluluğun çok olduğu yıllardı doksanlar. O yılları yaşayanların çoğunluğu kesinlikle öyleydi diyecekler, o yılları yaşamayanlarda bu yılları düşünüp öyle değerlendirme yapsınlar. Bu yıllarımızda varlığımız çok, mutluluğumuz azalmadı mı? Önümüze ne getirirlerse getirsinler hep daha fazlasını istemiyor muyuz? Pekala o yıllar bu yıllara göre nasıldı? Gelin biraz bundan bahsedelim.
Her pazar günü banyo yapma günü ilan edilmişti resmen. Annemizin sinirlenince kafamıza ‘dannk’ diye ses çıkartan taslarla yıkandık, banyodan sonra havluya sarılıp sobanın yanına geçtik. Saçlarımızdan düşen suları sobaya düşürür cısss sesini dinlerdik. En güzel mahalle maçlarını annemizin zamansız banyo yaptırmaları yüzünden kaçırırdık. Cumadan verilen ödevi pazar akşamı yapan nesillerdik biz. Aynı simidi 2-3 kişi yiyip aynı şişeden gazoz içtik. Arkadaşın bisküvisinden alınca içi yanan değil mutlu olan nesildik. Anne terliğinin tadına doyumsuz bakmış, pazar banyosunu genelde leğende ülfet sabunu ve maşrapayı kafasına yiye yiye yıkanmış tertemiz çocuklardık. Bizler kardan adam yapıp erimesin diye dua eden çocuklardık. Sokak oyunundan vazgeçemeyip, salça ekmek yiyip doyan çocuklardık. Yere düşen ekmeği öpüp başımıza koyardık, tuvaleti geldiğinde annesi eve alır korkusuyla cami tuvaletlerini kendimize yol etmiş çocuklardık.O günler çok çok güzeldi hele hele bugünlerle karşılaştırıldığında.” Çocuk gibi çocuktuk biz!. Huzur ve saygı da vardı, mutluyduk küçücük dünyamızda, sabahtan aksama kadar oyun oynardık. Karnımızın acıktığını unuturduk oyun oynarken. Gazoz kapaklarıyla oynayan çocuklardık, çelik çomak oynardık, çember çevirirdik, çomaktan bez bebekler yapardık, tatlı olarak yoğurdu toz şekerle karıştırıp yerdik. Yaprakların içine pirinç diye kum koyar sarardık. Ölen bir kuş görürsek gömer mezar yapar dua okurduk. Çam ağacının kabuğundan araba traktör yapardık, yaramazlık yaptığımızda annemizden dayak yememek için saklanırdık. Biz küçükken çok büyüktük. Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık. Güzeldik biz küçükken. Bizler eski evlerimizde çevremizdeki insanlara güvenerek büyüdük. Büyüğümüzün elinde bir tane pazar poşeti görsek bile koşup elinden almak için yarışır evine kadar çıkartırdık. Annelerimizin dizlerinin dibinde sokakların, bahçelerin, ağaçların, tozun toprağın kokusunu içimize çekerek büyüdük. Kapı önlerine paspas serip evcilik oynardık, evlerimizden aldığımız bir yufka ekmek bir peynir, zeytinle kapı önlerinde piknik yapardık, yapraklarla çizgiler çizip oynardık, kaldırım taşına oturur saatlerce oyalanırdık. Ekmeğin arkasındaki kağıdı sökmek için uğraşırdık. Bizim hiç bir şeyimiz yoktu ama yine de mutluyduk. O günleri yine doya doya yaşamak için neler vermezdik ki…!
Biz sokakların tadını çıkaran, oyunların hakkını veren son çocuklardık, biz çocuk gibi çocuktuk…!