Sevgi
Bir yerlerde aramak gerekiyordu sevgiyi. Bütün hayatımız boyunca. Bu bir gereklilikti. Çünkü bu hayata anlamını veren gerçekte sevgiydi.
Öyle abartılarla, göz boyamalarla, kandırmacalar la dolu bir sevgi değil. Alabildiğine sade, alabildiğine saf, alabildiğine temiz bir sevgi. Belki de ilk yer kendi yüreğimiz olmalıydı. Sevgiyi bir zamanlar yüreğimize yerleştirildiği yerden alıp çıkarmalıydık. Ortaya koyup, "İşte bu benim sevgim. Alın. Size sunuyorum" diyebilmeliydik.
Cesurca sunabilmeliydik onu. Ancak böyle mutluluğa koşabilir ve ancak böyle onu kucaklayabilirdik.
Hatta ancak böyle yüreğimize bir huzur verebilirdik. Kendi yüreğini dinleyebilmeli insan. Doğruların gizlendiği yeri bulabilmek için. Kendi yüreğine inebilmeli insan. Önce kendini sevebilmek için. Çünkü insan kendisini sevdiği sürece bir başkasına sevgi uzatabilirdi. Çünkü insan ancak o zaman gerçekte kimin sevileceğini anlayabilirdi.
İlle de sevilmeliydik birileri tarafından. Bir annenin sıcaklığını aradık. Bir dostun yardımını bekledik. Hep en büyük sevgiye ulaşmak içindi bunlar. Ve ancak bizi sevene sevgi besledik. Başkalarına değil. Oysa tanıdık-tanımadık herkesi sevmek gerekli değil miydi?
Dünyanın diğer tarafında acı çeken insanları da sevmeli değil miydik? Onların acılarına biz de üzülmeli ve bir elimizi onlara doğru uzatmalı değil miydik? Neden sevgimizi bencillik ederek sınırlıyorduk? Neden hep yanımızda bulunana bu ilgi? Yoksa bir şeyler aldığımıza mı sevgimizi uzatıyorduk biz? Öyleyse bunun adı sevgi olamazdı. Kirletilmiş bir sevgi, bencillikle lekelenmiş bir sevgi gerçekten de sevgi olabilir miydi?
İnsanlar hiç sıkılmadan sevgiyi anlattılar. "Sevmeliyiz-sevmelisiniz-sevgiyi korumalıyız" derken bir şeyin peşinden koşuyorlardı. Buda sevgi dedi. Konfüçyüs sevgi dedi. Eflatun sevgi dedi. Ve daha binlercesi. Birisi çıkıp, "Niçin sadece dostunuzu seviyorsunuz? “sorusunu sordu. Çünkü insan düşmanını da sevmeliydi ona göre. Aslında önemli olan insanın sevmediği insanları sevebilmesiydi. Ancak o zaman sevmeyi öğrendiğini kanıtlayabilirdi birilerine.
Kendi yüreğini dinle. Orada kendi hazineni bulacaksın. Oysa neleri sevmedik ki! Şimdi adını unuttuğumuz oyunlarımız. Bir özlem var içimizde, nereye gittiniz? Annemizin bize satın aldığı yeni ayakkabılarımız. Şimdi hâlâ öyle misiniz? Gözlerimizi açtığımız çocukluk evimiz. Hatırımızda kalan ilk pantolonumuz. Kırmızı çiçekli elbisemiz. Neredesiniz? Uykuya dalıp gecelerini göremediğimiz günlerimiz. Mahalledeki ilk arkadaşımız. Kahkahalarımız. O çocuk göz yaşlarımız. Neredesiniz? Bütün bu özlemde gizli olan tertemiz bir sevgi değil mi? Kini olmayan, nefreti olmayan. Berrak. Kaynağından yeni fışkıran su gibi.
Ne oldu ki o sevgiyi yitiriverdik. Kimler aldı elimizden, yüreğimizden? Büyümek sevgiyi kaybetmekti belki de. Artık parka gidip bir salıncağa binememek, yolda koşamamak ille de yürümek; ayıp olduğu için ağlamamak, düşünceleri gizlemek, konuşulması gereken yerde susmak ve her kötülüğe boyun eğmek. Bütün bunlar alıp gitti bizim sevgimizi uzaklara, çok uzaklara. Şimdi onu yeniden aramalıyız. Çünkü incittiğimiz bizim, kendi sevgimiz.