
Kaygılarımızın Gölgesinde Yaşamak
Kaygı, modern insanın en yakın dostu mu, en büyük düşmanı mı? Hayatın ortaya çıkardığı sonuçlar, gelecek korkusu, sosyal beklentiler ve bitmek bilmeyen bir başarı yarışı… Hepsi zihnimizde yansıtılan örneklere dönüşüyor: “Ya başarısız olursam?”, “Ya insanlar beni yargılarsa?”
Kaygının öğeleri, aslında insanların hayatta kalmalarına olanak sağlar. Tehditleri halihazırda sezmek, tehlikelere karşı hazırlıklı olmak, insanın evriminde önemli bir rol oynadı. Ancak günümüzde fiziksel tehlikelerden çok, zihnimizde yarattığımız senaryolarla savaşıyoruz. Gerçekleşen olaylarla karşı karşıya kaldığımızda korku, anı yaşamamızı engelliyor ve bizi sürekli bir tedirginlik hâlinde sürdürüyor.
Sosyolog Zygmunt Bauman'ın “Akışkan Modernite” kavramıyla vurguladığı gibi, artık sabit değerler ve kesin gelecekler yok. Hayat, sürekli olarak devam eden, belirsiz ve kaygan bir zeminde akıyor. Bu da bireyleri daha fazla kaygıya sürüklüyor. İş bulma, statü kazanma, yayınlarda istikrar sağlama gibi konulara, kişinin içsel huzurunu tehdit
Peki, kaygıyla nasıl başa çıkabiliriz? Öncelikle onu bastırmaya çalışmak yerine kabul sloganı. Kaygıyı bir düşman olarak görmek yerine, onun bize ne anlatmak istediğini anlamalıyız. Bilinçli gelecekte (mindfulness) teknolojiler, kaygının anının amacının geleceğe odaklanan doğasını dizginlememize yardımcı olabilir. Ayrıca, sosyal destekleri oluşturmak, kaygılarımızı paylaşmak ve ortak insani deneyimler üzerine konuşmak, bu yükü hafifletmek
Unutmayalım ki, kaygılarımızı bizi motive eden bir güç de olabilir. Ancak kontrolün ele geçirilmesine izin verilmesinde, yaşamın tadını çıkarmakan bir prangaya dönüşebilir. Önemli olan, onunla sağlıklı bir ilişkinin bileşenlerinden oluşur. Çünkü hayat, kaygılarımızın değil, yönümüzün devam etmesi gereken bir yolculuk olmalı.