BİR DERSİM HİKÂYESİ
Tarihte yaşananlar, arşivlere gizlenebilirler. Olayları yaşayanların gönüllerinde ve vicdanlarında ise sürekli kalırlar.
Yıllar önce köyümde bir yaşlı dededen dinlediğim küçük ama büyük bir olayı burada aktararak, vicdanlarda bir yük olan bu hadiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yıl 1937.O,ağır makineli çavuşu olan bir asker. O zamanlar Dersim denilen bölgede askerlik yapıyor. Akşamüzeri bölük toplanıyor.”Yedi askerimiz ve bir komutanımız şehit edilmiş” deniliyor. Asker tam teçhizatlı hareket ediyor. Sabah olmadan bir köye ulaşılıyor. Kendisine ağır makineli tüfeği köye hakim bir tepeye kurması emrediliyor. Askerler köyü kuşatıyorlar. Aşağıdan silah atıldığında işaret kabul edip ateş etmesi isteniyor. Nihayet aşağıdan bir silah sesi geliyor. Çatışma başlıyor. O da ağır makineli tüfeği ateşliyor.
Hedef gözetmeksizin köyü tarıyor. Bunun ne kadar sürdüğünü bilmiyor. Tüfeğin namlusu çok ateş etmekten kıpkırmızı oluyor. Aşağıdan makinelinin yeri tespit ediliyor. Bu sefer Onun üzerine yağmur gibi kurşun yağıyor. Tüfeğin yerini değiştirip ateş etmeye devam ediyor.
Sonra silahlar susuyor. Asker köye giriyor. Köy didik didik aranıyor. Köyde kadınlar ve çocuklar dışında hiç kimsenin olmadığı görülüyor.
Buna çok öfkelenen Komutan, köy ahalisinin toplanmasını emrediyor. Kadınları ve çocukları askerlerin arasında ağlayarak ormana doğru götürüyorlar. Anneler korkudan küçük çocuklarını çalılıklara atıyorlar. Askerler bebekleri alıp tekrar annelerine fırlatıyorlar.
Orman içinde bir yerde duruyorlar. Asker topluluğa ateş ediyor.
Buraya geldiğinde ihtiyar dedenin sesi kesiliyor. Anlatamıyor.
Ağlayarak “Topluluk bulgur gibi kaynıyordu” diyor.
İnsanlar üst üste çığlıklar atarak ölüyorlar. Kımıldama kalmayıncaya, tek bir nefes alan kalmayıncaya kadar ateş devam ediyor.
“Biz askerdik, emredildi yaptık, ancak ben doğrudan bir canlıya ateş etmedim” diyor. Kendisi de inanmıyor sözlerine. Bizim inanmamızı istiyor. Vicdanındaki yükten kurtulmak istiyor.
Bu olayı yaşayanların her iki tarafı bu toplumda birlikte yaşamaya devam ediyorlar. Hala o nesilden insanlar aramızdalar. Bunlar çok uzak bir zamanda yaşanmadı.
O zaman anlamamıştım, şimdi daha iyi anlıyorum. Bu olayları yaşayan O asker, herkese söyleyemediği bu sırrını bir masal gibi bizim gibi çocuklara anlatarak, yükünü boşaltıyordu. Başka ne yapabilirdi ki, resmiyette bunların hiç biri olmamıştı. Aklı başında insanlara anlatsa delirmiş derlerdi. Yaşanmış bir olay olarak değil, bir masal bile olsa anlatılanlar bir vahşetti.
Burada öldürülen tamamı kadın ve çocuklardan oluşan topluluk, devlete isyan etmişlerdi. Asi idiler. Cezalandırıldılar.
Böyle bir cezalandırmaya ne ad verilebilir? En ilkel toplumların hukukunda bile böyle bir cezalandırma var mıdır?
Devletin bekası için bunlar olabilir düşüncesi yapılanı meşru kılar mı?
Hani mülkün temeli adaletti? Zorbalık ve zulümle devlet olunur mu?
Milleti öldürerek devlet yaşatılabilir mi?
Bunların size yapılmasını ister miydiniz?