10 ŞUBAT…


Bu tarih belki hafızalarınızda bir şey canlandırmayacaktır. “Neydi acaba?” diye düşünecek, bir şey bulamayacaksınız. Haklı da olabilirsiniz, zira Türk tarihi o kadar çok zengin ki, nerdeyse her güne önemli bir olay düşüyor.

Abdülhamit Han’ın vefat yılıdır efendim 10 Şubat.  33 Yıl tahtta kalmış, düşmanları tarafından değil, “onlar da benim çocuklarım” dediği kendi öz evlatları, bugünün ulusalcıları, Ergonokoncuları, darbeciler tarafından iktidarına son verilmiş, mazlum bir padişahtan bahsediyoruz.

Evet mazlum bir padişah. Ömrü hayatında sadece bir kişinin idamını imzalamış, kendi suikastçısı dâhil pek çok suçluyu affetmiş, sürgün ederken bile cebine harçlık vererek göndermiş, millet aşığı, veli bir insan olmasına rağmen yıllarca resmi tarih yazıcılar onu biz evlatlarına “kan içici”, “kızıl sultan”, “istibdatçı” olarak tanıttılar.  

İsrail ilk Cumhurbaşkanı Chaim Weizmann şöyle der: Biz Yahudiler 20. Yüzyılda Ortadoğu’da yıkılmaz denen devleti(Osmanlı İmparatorluğu) yıkıp iki devlet kurduk(İsrail-Türkiye). Onlara(Türkiye) öyle güzel bir sistem inşa ettik ki, Türkler bize Filistin’i vermeyen Abdülhamit’e en az 200 sene daha küfrederler.

Selanik’te sürgün hayatı yaşarken, “Başıma ne geldiyse, Yahudilere toprak vermediğimdendir” diyen kendisidir. Bu sözler ispatı değil mi? 31 Mart darbesinin sene-i devriyesi yaklaşıyor. 31 Martı, yeni takvimde 27 Nisan’ı işaret eder.  Bundan tam 106 yıl önce, İttihatçılar kanlı bir darbenin ardından Sultan Abdülhamit Han’ı tahttan indirerek, Osmanlı imparatorluğunun çöküşünü/parçalanışını başlatmışlar, Sultan’ı da ailesiyle birlikte Selanik’e sürgüne göndermişlerdi.

106 yıl önce Selanik’ten yola çıkan ve adına “Hareket Ordusu” denilen derme çatma, içinde çoğunlukla Arnavut, Bulgar, Yahudi, Sırp, Ulah ve Çingenelerin, çetecilerin, eşkıyaların, soyguncuların, hırsızların bulunduğu, İngiltere, Almanya, Fransa ve Mason dernekleri tarafından desteklenen on bin kadar İttihatçı subay İstanbul’u işgal ederek, kanlı bir darbeden sonra yönetimi devralmışlar, Osmanlıyı parçalama sürecini başlatmışlardı.  İlk yaptıkları iş, şanlarına yakışır şekilde Yaldız Sarayını baştan aşağı yağmalamak, arşivleri yakmak olmuştu. Zira aynı ittihatçılar vakti zamanında görevde yükselebilmek için yakın çalışma arkadaşlarını Abdülhamit’e jurnalleyecek kadar düşük seviyelilerdi. Abdülhamit kendisine gönderilen hiçbir jurnali atmamış, arşivlerde bir bir biriktirmişti. Bir gün kendisine jurnallerin  sorulacağını biliyordu. İttihatçılar, jurnaller ortaya çıkmasın, ne mal olduğumuz anlaşılmasın düşüncesiyle darbe sonrası Yıldız arşivini yakmışlar, acilen ortadan kaldırmışlardı.

Bugün İslam topraklarında durmadan akan kan ve gözyaşının sebebi de Osmanlının yokluğudur. Zira, adaletin temsilcisi ve uygulayıcısı Osmanlının yıkılmasından sonra bu topraklar ve üzerinde yaşayan halklar öksüz, savunmasız ve kimsesiz kalmıştır. O tarihten beri de halk Avrupalı ve Amerikalı işbirlikçi yöneticilerin elinde oyuncaktır.   

31 Mart(yeni takvim 27 Nisan) oldukça anlamlıdır. Zira, cezalandırılmayan darbelerden cesaret bulan zihniyetin, beğenmedikleri iktidarları alaşağı etmek, halkın iradesini yok saymak, darbeciliği alışkanlık haline getirmek, legalleştirmek adına gerekçe buldukları bir tarih olagelmiştir daima.

Osmanlının yıkılmasına/parçalanmasına sebep olan ve Cumhuriyet’i de kuran kadro, aynı kadrodur, aynı zihniyettir ve darbecidir. Cumhuriyeti kuran ve aynı zamanda askeriye de hâkim olan İttihatçılar, güvenemedikleri ve hatta beğenmedikleri halka, kurdukları sistemi hiçbir zaman devretmek istememişlerdir. Gönülsüzce devrettikleri zamanlar ise en geç on yıl içinde kanlı darbelerle iktidarları halkın elinden geri almışlar, yönetime el koymuşlardır.

Söylenecek çok söz var aslında. Bu satırlara sığmayan o kadar çok yaşanmışlıklar var ki Sultan Hamit hakkında, hangi birini söyleyeceksiniz. En iyisi mi sizler Ulu Hakan hakkında birer kitap okuyun bu hafta. Hem onu anlar, hem de bugün bir kez daha tekerrür eden, ülkenin etrafını sarmaya çalışan darbeci zihniyeti görürsünüz.

Google+ WhatsApp