Biz Yazarlar ve Şehrin Kimliği…
Geçtiğimiz cumartesi günü Türkiye Yazarlar Birliğinin 18. Olağan Genel Kurulu vardı. Biz de dört arkadaşla birlikte Ankara’daydık. Tek listenin oylanacağı bu tür genel kurullara katılanlar oraların malum havasını bilirler. Seçimden ziyade fikir alışverişlerinin hâkim olduğu, ayaküstü sohbetlerin yapıldığı, uzun zamandır birbirlerini göremeyen dostların sarmaş dolaş olduğu genel kurullardır bunlar.
Genel kurula, biz gibi şubelerden gelenlerin ve kamuoyunun çok yakından tanıdığı pek çok renkli simanın haricinde Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İSEN’de katıldı. Benim için en anlamı olan da, İSEN’di.
Mustafa İSEN makamından değil, orada yağmış olduğu oldukça güzel, etkileyici, ufuk açıcı konuşmasından dolayı benim için anlamlıydı. Gelecek on yıllarda Türkiye ve dünya için kültürel ilerlemişlik içerikli sohbeti, söz alan o kadar kişiye göre oldukça doyurucu ve etkileyici idi. Konuşmasının güzelliğinden şunu anladım ki, bir insan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine boş yere gelmiyormuş.
İSEN, biz taşradan gelen yazarlara yaşadığımız şehirlere sahip çıkmamızı ve kentin ilerlemişliğine fikirlerimizle, programlarımızla yön vermemiz gerektiğini ifade etti. Şimdiye kadar belediyelerin alt yapı yatırımlarıyla ilgilendiklerini, ekonomik kalkınma politikalarına ağırlık verdiklerini, çevre düzenlemeleriyle ilgilendiklerini, bundan sonra tarihi kültürel varlıkların öne çıkartılması ve insanların hizmetine sunulması döneminin başladığından dem vurarak, yeni yapılacak yapılara kendi kimliklerimizi, Anadolu kültürünü vurmamız gerektiğini ifade etti.
Gerçekten bizler de şahit oluyoruz ki Anadolu yeniden yapılanıyor, şekilleniyor. Bir kalkınmışlık ve ilerlemişlik içerisinde ilerliyor. Yeni modern binalar, çevre düzenlemeleri, yüzlerce kişinin ağırlanacağı kültür merkezleri, çok katlı iş hanları hızla çoğalıyor. Ancak bu çalışmalara Türk İslam damgası ne kadar vuruluyor, ne kadar Anadolu’nun kültürünü yansıtıyor, biz yazarların, düşünürlerin, sanatçıların katkısı ne kadar, işte bunu sorgulamak, düşünmek gerekir.
Geçen hafta çarşamba günü Başkan Haseki Kayseri ile ilgili yeni, devasa planlarını açıkladı. 2500 kişinin katıldığı, görselliği, albeniliği ön planda bir şovdu bu. Katılanlar bilirler, oldukça da etkileyici idi. Dağıtılan kitapçıklara baktığımızda Esenyurt, Eski sanayi, Sahabiye gibi şehrin merkezinin yeniden yapılanacağını, inşa edilecek çok katlı yeni binaların hepsinin de batı tarzı modern yapılar olduğunu görüyoruz. Belki görsellik anlamında oldukça etkili olabilir bu yapılar, ancak mimari ve sanat anlamında ne kadar bizi yansıtıyor? Dışarıdan gelen bir turist bu şehrin bir Türk İslam şehri olduğunu anlayabilir mi? Yoksa, Batıda herhangi bir şehri gezdiğini mi sanacak. Modern mimari ile donatılmış çok katlı binalara, iş hanlarına, hatta camilerine baktığınız zaman, hala bir Batılı şehri gibi duruyor Kayseri.
16 milyonluk İstanbul’a bakın. Atalarımız bu kente öyle bir damga vurmuşlar ki, mimarisiyle, çevre düzenlemesiyle, sanat anlayışıyla, estetiği ile hala tam bir Türk İslam şehri olduğunu görebilirsiniz. Turistler neden en çok İstanbul’u ziyaret ediyorlar? Pek çok etken sayabilirsiniz bu soruya, lakin verilecek en anlamlı cevap, “Türk İslam mimarisini görebilmek için.” Olmalı, değil mi? Bilmem kaç yıl önce Osmanlı bu işi başarmış ise, o kadar teknolojik imkana ve maddiyata sahip şimdikiler mi başaramayacak?
Prof. Dr. Mustafa İSEN’in merkezden gördüğü bu gerçeği biz de yaşadığımız bu şehirden görebilmeliyiz. Anadolu’da yaşayan biz yazarlar şehrin yetkilerine bu anlamda yeni fikirler verebilmeli, yapılan programlarla konuyu sürekli gündeme getirmeli, tartışmalıyız. Nihayetinde bu şehir bizim, o zaman bizi yansıtmalı…