Değişiyoruz, bozuluyoruz, Avrupalılaşıyoruz...

Değişiyoruz, bozuluyoruz, Avrupalılaşıyoruz...


Gençliğimiz Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses gibi sanatçıları dinlemekle geçti. Benimle yaştaş olanlar hatırlayacaklardır, bizim zamanın fenomenleri bu ve buna benzer sanatçılardı. Yılbaşı gecelerinde tek kanal TRT’de bu isimlerin sahne alacaklarını duyunca gece on ikiye kadar dört gözle beklenir, izlemeden yatılmazdı. Kaçırmazdı yani. Arabesk müzik bizim hayat tarzımız, dünyaya bakış açımızdı. Sevdik mi tam sevmeyi, kavuştuk mu bir daha ayrılmamayı, kara sevdayı, özlemeyi, sevdamız adına bedel ödemeyi hep onlardan, onların parçalarından öğrendik. Aşk nedir bilmez, sevdaya inanırdık. Aşk kelimesini kullanmak bizim için mahremimizi ortaya dökmek anlamına gelirdi ve erkek adam bunu yapmazdı, yapamazdı. Hata sevdiğinin adını bile telaffuz etmezdi kıskançlıktan. Ne yalan söyleyeyim benim fenomenim Ferdi Tayfur ile İbrahim Tatlıses’ti. Hala dinleyince etkilenir, hüzünlenir, eski günlere giderim. Sözün kısası, sevdanın bağlanmak olduğunu onlardan öğrendik.

Sonra arabesk müzikle ilgili eleştiriler başladı. O kadar yoğun bir medya, o kadar yoğun bir basın bombardımanı vardı ki, söylenilenlere inanmamak mümkün değildi. Neymiş efendim, bu müzik varoş müziğiymiş, bizi Batıdan uzaklaştırıyormuş, Avrupalılar bize kahkahalarla gülüyormuş, sokak müziğiymiş, fakirlik edebiyatı yapıyormuş, insanları buhrana sokuyormuş gibi safsatalar uydurdular. Bu söylemlerin, bizi değiştirmek, dönüştürmek adına uygulanmak istenen projen,n bir parçası olduğunu yıllar sonra öğrenecektik.

O dönemlerde Anadolu insanının yaşam tarzına arabesk ve diğer geleneklerimiz üzerinden o kadar çok eleştiri yapılmaya başlandı ki, çoğumuz inandık buna. Mesela bunlardan biri de görücü usulü evlilikti. “Bu zamanda görücü usulü evlilik mi olur?”, “Bu gericiliğin daniskası değil mi?”, “Oğlanla kız birbirini sevdikten sonra aileler ne karışır?”, “Gençler birbirlerini tanısınlar, biraz gezip tozsunlar(flört)” gibi nefse hoş gelen, ama inançlarımıza ayrı düşen kavramlarla vurdular bizi. Dini terbiye almamış, nefsinin etkisinde kalan gençlerin çoğu için hoş şeylerdi bunlar. Düşünsenize, mahalle içinde, sokak aralarında, caddelerde bir kızla el ele, kol kola gezmek, gönül eğlendirmek ne hoş şeydir. Olmadı, beğenmedik, sıra diğerinde. Öyle ya, istetmede nasıl olsa yedek lastik çok, para da vermiyoruz sermayesine. Yıprandığımız tek şey bol bol laf sıralamak. Ötesi yok.

Şunu görmedik, ya da anlatamadık çevremize, “aslında evlenenler sadece kızla oğlan değil, iki tarafın aileleri de evleniyor.”

Abarttığımı sanmayın, yukarıda saydığım söylemler o kadar tuttu ki, şaşarsınız. Geçenlerde bir erkek öğrencimin telefonunda gördüm mesajı. Kız arkadaşı şöyle yazmış ona. “Ahmet, mesajıma cevap vermedin hala, çok bekleyeceğimi sanıyorsan, yanılıyorsun. Hasan bana arkadaşlık teklif etti, eğer teklifime hayır diyeceksen, onunla çıkacağım. Cevabını geciktirme.”

İşte. Anlatmak istediğim tam da bu. Başka örnek mi istiyorsunuz, daha büyüğünü, herkesin şahit olduğunu vereyim size. Kayseri muhafazakâr bir kent olarak tanınır, bilirsiniz. Buna rağmen her nedense yaz günleri parklar, bahçeler, alt alta, üst üste gençlerle doluyor. Ve bu şehrin sakinleri bu gençleri uyarmak adına bir şey yapmıyor, başlarını öte tarafa çevirip görmezden gelmeyi tercih ediyor. Tamam, önümüzde kanun var, serbestlik var, dokunamayız. Laf söyleyemeyiz. ama Allah aşkına ahlak da var, inançlarımız da var. Tamam, bir zamanlar olduğu gibi dövmeyelim, ama en azından uyaralım. Bugün o gençleri uyarmazsak, yarın bizim çocukların düşeceği hal de aynıdır.

Yeni yetişen gençlik işte bu. Hepsi böyle değil elbette, ama göz önündekiler böyle.

Geçenlerde bir avukat arkadaşımla sohbet ederken gözlerimin önüne şöyle bir manzara serdi; boşanma en çok yeni evlilerde ve eğitim seviyesi yüksek insanlarda oluyor.

Haydaaa! Tam da buyrun buradan yakın hali! Demek ki eğitim seviyesi ile evliliklerin ömrü ters orantılı. Demek ki ilkokul mezunları eşlerine daha sadık. Hani görücü usulü evlilik kötüydü? Hani, evlilik öncesi flört gençleri birbirine daha çok bağlıyordu? Hani, eğitim evlilik konusunda bilinci artırıyordu? Hani, hani, hani… O kadar çok hani var ki sıralanacak, hangisini söylesek şifa vermez.

Peki neden?

Yazımın girişinde bahsettiğim gibi, arabesk müzik bize sevdiğimizden vazgeçmemeyi öğretirdi. İyi günde, kötü günde birlikte olmayı, sabretmeyi, mücadele etmeyi öğretirdi. Şimdikilerin dinlediği pop müziğin sözlerine bir bakın hele. “Sen yoksan başkası var.”, “Topla tasını tarağını, yol göründü sana.”, “Çekemem şimdi seni,”, “Kalbim başkasına ait.”

Daha sayayım mı? Gerek var mı? Gençliğin hali işte bu. Şimdikilerin dilinde aşk var, bizimkilerde sevda vardı. Biz ölesiye severdik, şimdikiler yenisini bulasıya kadar. Demek ki sevda bağlılığı, aşk günü birlik ilişkiyi çağrıştırıyormuş.

Benim dönemimde bir kızı çok sevdiği halde ailesi almazsa oğlan bir şey demez, boynunu büker, ailesinin tercih ettiği kızla evlenir, işine bakardı. Şimdi, yeni nesle bunu yapın bakalım, ortalığı yıkmıyor mu? Annesine, babasına, “Sana ne? Evlilik benim değil mi? Sen ne karışıyorsun?” der mi, demez mi?

Batılılaşıyoruz. Değişiyoruz. Bozuluyoruz. Değerlerimizi çocuklarımıza aktaramıyoruz. Paranın peşinde koşmaktan ailelerimizi, çocuklarımızı, sevdiklerimizi ihmal ediyoruz. Hatır sormak için bir arkadaşımı aradığımda, “hayırdır?” sorusu, beynime çakılmış bir çivi geliyor bana.

Google+ WhatsApp