Türkiye-AB İlişkilerine Yeni Bir İvme Kazandıracak
Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, vize serbestiyeti ve Türkiye-AB ilişkileri konusunda,
“Biz bu trafiğin Türkiye-AB ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmasını umut ediyor ve bekliyoruz. Vize serbestiyeti ile ilgili bir takım gecikmeler yaşanmış olsa da bugün itibarıyla yeni bir sürecin başladığını ifade edebiliriz. Bizim beklentimiz, karşılanan 72 kriter çerçevesinde bunun kısa sürede hayata geçirilmesi, bu sağlanırsa şüphesiz Türkiye'deki AB algısı da değişecektir” dedi.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde bir basın toplantısı düzenledi. Gündemdeki gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, basın mensuplarının sorularını da cevapladı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, kamuoyu ile canlı olarak da paylaşılan toplantıda şunları söyledi:
“Bildiğiniz üzere geçen hafta Sayın Cumhurbaşkanımız Vatikan’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı ziyaretinde Sayın Papa Fransuva’ya Kudüs’le ilgili gelişmeler karşısında sergilediği tutumdan duyduğumuz memnuniyeti bizzat kendilerine iletme fırsatı oldu.
Aynı zamanda bildiğiniz gibi Vatikan, Filistin’i 2015’te resmî olarak devlet statüsüyle tanımış idi, bundan dolayı da biz işbirliğimizi devam ettireceğimiz konusunda kendilerine görüşlerimizi ilettik.
Sayın Papa, Sayın Cumhurbaşkanımızı ailesiyle birlikte gerçekten çok sıcak bir şekilde karşıladılar. Bu görüşmede Kudüs’ün yanı sıra Suriye, mülteciler, dünyada yükselen ırkçılık, İslamofobi, Müslüman-Katolik ilişkileri ve diğer konular etraflı bir şekilde ele alındı.
2014 yılında bildiğiniz gibi Papa’nın Türkiye’ye bir resmî ziyareti olmuştu, Papa Fransuva Papalık görevini aldığından beri hakikaten farklı bir Papa profili çiziyor. Özellikle bu ayrımcılıkla, ırkçılıkla mücadele konularında İslam dünyasıyla Katolik dünyası arasındaki ilişkiler konularında daha yapıcı bir tutum sergilediğini görüyoruz. Bundan duyduğumuz memnuniyeti de bu vesileyle ifade ettik. Tabii Katolik dünyasının ruhani lideri sıfatıyla bu konuları gündeme getirmesi, gerekli uyarıları yapması, dünyada barış ve huzurun tesisi açısından büyük önem arz etmektedir. Bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımızın Vatikan’a yaptığı bu resmi ziyaret de 59 yıl sonra gerçekleştirilen ilk resmî ziyaretti. İlk Cumhurbaşkanı düzeyindeki ziyaret de, rahmetli Celal Bayar’ın yaptığı ziyaret idi. Karşılıklı ziyaretlerin ve temasların devam ettirilmesi ve yoğunlaştırılması konusunda da hemfikir kalındı.
Papa’yla yapılan görüşmenin ardından Sayın Cumhurbaşkanımızın İtalyan Cumhurbaşkanı Mattarella’yla yine kapsamlı, güzel, hem baş başa bir görüşmesi, ardından da bir çalışma yemeği gerçekleşti. Burada da Türk-İtalyan ilişkilerini kapsamlı bir şekilde ele aldık. Aynı zamanda Sayın Cumhurbaşkanımız Sayın Mattarella’yı da Türkiye’ye resmî bir ziyaret yapmak için davet etti. Hemen ardından Sayın Cumhurbaşkanımız, İtalyan Başbakanı Gentiloni’yi kabul etti. Bu görüşmede de ikili ekonomik ilişkiler, savunma sanayi, güvenlik gibi konuların yanı sıra, Suriye, Irak, Libya, Ortadoğu barış süreci konuları etraflı bir şekilde ele alındı. Aynı şekilde burada AB üyelik süreciyle ilgili de gayet yapıcı değerlendirmeler yapıldı.
Bildiğiniz gibi İtalya, Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde Türkiye’nin AB üyeliğine tam ve net destek veren ülkelerin başında gelmektedir. Hangi hükûmet gelirse gelsin bir devlet politikası olarak İtalya’nın tavrı bu konuda hep net olmuştur ve bizim için de hakikaten memnuniyet verici bir durumdur.
Bu vesileyle AB süreciyle ilgili bildiğiniz gibi son birkaç günde de önemli bazı gelişmeler yaşandı, onu da bu vesileyle paylaşmak isterim. Bu sabah AB Bakanımız Sayın Ömer Çelik’in de yaptığı açıklamayla kamuoyuna duyurulduğu şekliyle vize serbestiyeti anlaşmasını gerçekleştirmek için öngörülen 72 kriter tarafımızdan tamamlanmak suretiyle bugün Dışişleri Bakanlığımız tarafından AB makamlarına iletildi. Yine bu çerçevede bildiğiniz gibi Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun AB Başkan Yardımcısı Timmermans’la bir telefon görüşmesi oldu. Bu trafiğin biz özellikle Türkiye-AB ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmasını umut ediyor ve bekliyoruz. Bildiğiniz gibi 18 Mart 2015 yılında yapılan Türkiye-AB mülteci anlaşması çerçevesinde üç önemli maddeden bir tanesi de, bu vize serbestiyetinin hayata geçirilmesiydi. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Schengen vize sistemine vize almadan serbest dolaşımını sağlayan bir düzenleme yapılması var idi. Bununla ilgili birtakım gecikmeler her ne kadar yaşanmış olsa da bugün itibariyle yeni bir sürecin başladığını ifade edebiliriz. Bizim beklentimiz, bu karşılanan 72 kriter çerçevesinde yapılan resmî görüşmeler ve yazışmalar çerçevesinde bunun en kısa sürede hayata geçirilmesi. Bu sağlanırsa, şüphesiz Türkiye’deki AB algısı da değişecektir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Schengen vize sistemi içerisinde serbest dolaşım hakkına sahip olması, aslında çok daha önceden elde edilmesi gereken bir müktesep hak idi. Fakat çeşitli gerekçelerle bu geciktirildi. Bunun 2018 yılı içerisinde hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi, Türkiye-AB ilişkilerine şüphesiz yeni bir ivme kazandıracaktır.
Yine bu çerçevede bildiğiniz gibi, zannediyorum dün açıkladık ya da evvelsi gün, 26 Mart’ta Varna’da Bulgaristan’ın Dönem Başkanlığında bir Türkiye-AB Zirvesi gerçekleşecek ve bu zirveye de Sayın Cumhurbaşkanımız katılacaklar. Bulgaristan makamlarının bu konuda sergilediği yapıcı ve olumlu tutumdan da duyduğumuz memnuniyeti bu vesileyle ifade etmek ve kendilerine teşekkürlerimizi iletmek isteriz.
Bu zirveyi de biz çok önemsiyoruz, daha önce de bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımız da çeşitli vesilelerle ifade etmişlerdi; bu zirveler Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde çok önemli bir fonksiyona sahip idi. Fakat birtakım siyasi gerekçelerle bu zirvelere son verilmişti. Fakat şimdi tekrar bu zirvenin gerçekleşmesi yine bu vize serbestiyeti anlaşmasıyla birlikte 2018’de Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir ivmenin kazanılmasına şüphesiz önemli katkılar sağlayacaktır. Bu da, aslında Türkiye’nin izlediği 360 derece dış politika perspektifinin önemli tezahürlerinden birisi olarak görülmektedir. Çünkü bildiğiniz gibi zaman zaman Türkiye’nin sadece belli bir bölgeye yoğunlaştığı, belli bir ittifak sistemine yöneldiği şeklinde birtakım değerlendirmeler yapılıyor. Son İtalya ziyaretinin, bunların pek de aslının ve temelinin olmadığını göstermesi ve AB perspektifi, açısından da önem arz ettiğini ifade etmek isterim.
Yine Avrupa’yla ilgili olarak Avrupa coğrafyası diyeyim, Balkan coğrafyasıyla ilişkili olarak bildiğiniz gibi evvelki hafta önemli bir ziyaret ve bir mini zirve gerçekleştirildi. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ile Bosna Hersek Başkanlık Konseyi üyesi Sayın Bakir İzzetbegoviç ülkemizi ziyaret etti. Burada hem Türkiye-Sırbistan, hem Türkiye-Bosna hem de Sırbistan-Bosna Hersek ilişkileri kapsamlı bir şekilde ele alındı ve Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde Bosna Hersek-Belgrad otoyolunun hayata geçirilmesi için çok önemli tarihî bir adım atıldı. Bu, Balkanların barış yolu olarak tarihe geçecek bir projedir. Bu hafta, yani şu gün itibariyle de Karayolları’ndan bir heyetimiz şu anda Sırbistan’da ve Bosna Hersek’te güzergâh ve fizibilite çalışması yapmaktadır. Bu çalışmalar tamamlandığı zaman gelip Sayın Cumhurbaşkanımıza arzda bulunacaklar ve bu otoyol projesinin bir an önce hayata geçirilmesi için gerekli adımları da biz Türkiye olarak atacağız. Bunun hem Türkiye’nin bu iki ülkeyle ilişkilerini, hem de Balkanlarda Boşnaklar, Sırplar, Hırvatlar arasında bir barış yolu münasebetiyle yeni ilişkilerin kurulmasına çok önemli katkı sağlayacağını biliyoruz. Özellikle yıllardır konuşulup ortada duran bu projenin şu kritik dönemde Bosna Hersek’in seçimlere giderken hayata geçirilecek olması şüphesiz oradaki barış ve istikrara da çok ciddi bir katkı sağlayacaktır.
Önümüzdeki aylarda da bu çerçevede Sırbistan Cumhurbaşkanı Sayın Vucic’in ülkemize bir resmî ziyaret gerçekleştirmesi ve burada da Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey toplantısının tertip edilmesi planlanmaktadır.
Yine aynı bu çerçevede önümüzdeki aylarda, muhtemelen bu yılın ikinci çeyreğinde Sayın Cumhurbaşkanımızın bir Balkan ziyareti olacak, Bosna Hersek başta olmak üzere. Orada da bu konuları daha kapsamlı bir şekilde ele alma imkânımız olacak.
Zeytin Dalı Harekâtı’yla ilgili kısa bir güncelleme yapmak istiyorum. Bildiğiniz gibi bugün 19. gününe girmiş durumda operasyon. Planlandığı şekilde gayet başarılı bir biçimde operasyon devam etmektedir. Şu ana kadar çok önemli, kritik, stratejik öneme haiz noktalar PYD, PKK, YPG teröristlerinden temizlenmiştir. Operasyonun bu 19. gününde 1000 civarında terörist etkisiz hâle getirilmiştir. Bu süreçte bizim de kayıplarımız oldu, bu vesileyle ben tekrar şehitlerimize Allah’tan rahmet, hepimize başsağlığı diliyorum. Yaralılarımıza da aynı şekilde acil şifalar diliyorum. Bu süre içerisinde zaman zaman uluslararası kamuoyundan yönetilen birtakım değerlendirmeleri, eleştirileri de biz dikkatle takip ediyoruz. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, istihbarat teşkilatımızın sicili son derece nettir, network’ü son derece kuvvetlidir. Bunun en iyi referansı da evvelki yıl gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı Harekâtı’dır. Bu harekât başladığında da bildiğiniz gibi çeşitli eleştiriler endişeler ya da değerlendirmeler gündeme gelmiş idi. İşte operasyon ne kadar sürece, sivil kayıplar önlenebilecek mi, operasyon tamamlandıktan sonra bu bölge kime devrilecek gibi. Fırat Kalkanı Harekâtı’na baktığınız zaman, orada hayata geçirilen temel ilkeler, aslında bu harekâtın ne kadar başarılı olduğunu da net bir şekilde ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Zeytin Dalı Harekâtı’-yla da Afrin ve bölgesindeki terör unsurları tamamen temizlenecek, böylece sınır güvenliğimiz sağlanacak. Suriye’nin toprak bütünlüğü noktasında önemli bir adım atılacak ve Suriye topraklarının tamamının terör örgütlerinden temizlenmesi hedefi doğrultusunda da önemli bir başarı elde edilmiş olacaktır. Bununla ilgili özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, Genelkurmay Başkanımız Hulusi Akar Paşanın da sevk ve idaresinde, Cumhurbaşkanımızın da yakın takibiyle bu operasyonu başarılı bir şekilde yürütmektedirler. Nitekim dün akşam gerçekleştirdim, Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında yapılan güvenlik toplantısında da konunun detayları etraflı bir şekilde ele alındı ve tam bir kararlılıkla Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, Jandarmamızın, büyük bir kahramanlıkla ve fedakârlıkla yürüttüğü bu operasyonun planlandığı şekilde devam etmesi konusundaki irade tekrar net bir şekilde ortaya konmuş, gerekli talimatlar da bu çerçevede verilmiştir.
Son birkaç gün içerisinde, özellikle harekâtın başlamasından sonra Özgür Suriye Ordusu’nu zemmetmeye dönük birtakım açıklamaların yapıldığını da gördük, bunları esefle karşıladığımızı bir defa daha ifade etmek istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız aslında bu konuyu çok net bir şekilde ortaya koydular. Ben de tekrar buradan ifade etmek isterim ki; Özgür Suriye Ordusu, meşru Suriye muhalefetinin önemli bir parçasıdır. Onları terörist, teröristlerle ilgili, terör örgütleriyle bağlantılı gibi göstermeye dönük hareketler ya da açıklamalar, yaklaşımlar aslında bizatihi Türkiye Cumhuriyeti’nin hayata geçirdiği Zeytin Dalı Harekâtı’na gölge düşürme niyetini izhar etmektedir.
Bakınız ülkeniz, devletin, milletin beka meseleleri söz konusu olduğunda partizan bir yaklaşımla bu konular ele alınmaz. Bunlar ülkemizin temel millî bekasıyla, geleceğiyle ilgili konulardır. Burada küçük siyasi hesapların mutlaka ve mutlaka bir kenara konması, büyük fotoğrafın görülmesi ve millî çıkarlarımız ve hedeflerimiz doğrultusunda tam bir kenetlenmenin yaşanması gerekir. Sayın Cumhurbaşkanımız her defasında bu hususun altını çizmektedir. Fakat maalesef bazı çevrelerin tamamen küçük siyasi hesaplarla bunun aksi yönde açıklamalar yapmaya çalıştığını, Özgür Suriye Ordusu’nu terörle ilişkili gibi göstermeye çalıştığını maalesef üzüntüyle izlemekteyiz. Hâlbuki değil gibi Özgür Suriye Ordusu Suriye muhalefetinin bir parçasıdır ve bugüne kadar Cenevre ve Astana süreçlerine de Suriye Muhalefeti çatısı altında siyasi temsilcileri vasıtasıyla katılmışlardır. Onların herhangi bir meşruiyet sorunu söz konusu değildir. Özellikle harekâtın devam ettiği şu dönemde tekrar buradan bütün çevrelere, siyasi partilere çağrımız; bu birlik ve beraberlik duygusu içerisinde askerimizin, güvenlik güçlerimizin yanlarında olduğunu net bir şekilde ortaya koymalarıdır.
Yine Suriye bağlamında bildiğiniz gibi bu harekât devam ederken, teröristlerin özellikle Afrin bölgesinde yediği darbeler neticesinde birtakım yeni arayışlara girdiğini de görüyoruz. Geçtiğimiz hafta bildiğiniz gibi PYD-YPG terör örgütü Suriye rejimine bir çağrı yaparak Türkiye’ye karşı onların yardımına gelmesini istedi. Bu bile aslında bu terör örgütünün ne tür kirli ilişkiler içerisinde olduğunu, işine geldiği zaman her ülkeyle ve her aktörle işbirliği yapabileceğini açık bir şekilde göstermektedir. Aslında biz bunu tabii çok net olarak görüyoruz, bizim açımızdan burada muğlak herhangi bir durum söz konusu değil. Ama özellikle YPG ve PYD’ye DEAŞ’la mücadele bahanesiyle bugüne kadar destek veren Amerikan Yönetimi’nin bu noktayı daha net bir şekilde görmesi gerektiğini düşünüyoruz. Aslında bu bizden çok Amerikan Yönetimine verilmiş bir mesajdır. Eminiz, umarız bunu doğru bir şekilde analiz ederler ve PYD ve YPG’ye verdikleri desteği derhâl, bir an önce ve daha fazla gecikmeden sonlandırırlar. Zira bugüne kadar DEAŞ’la mücadele adı altında verilen bu desteklerin artık hiçbir zemini kalmamıştır. Madem DEAŞ tehdidi Suriye topraklarından temizlenmiştir, ortadan kalkmıştır, O zaman artık YPG ve PYD terör örgütüne verdikleri desteğin hiçbir şekilde devam ettirilmesi söz konusu olmamalıdır.
Bir hususu da burada yine dikkatlerinize getirmek istiyorum. Zaman zaman çeşitli ülkelerden, ağırlıklı olarak da Batılı ülkelerden; evet PKK bir terör örgütü, ama biz PYD ve YPG’yi terör örgütü olarak görmüyoruz şeklinde açıklamalar yapıldığını görüyoruz.
Bakın arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti PKK terör örgütünü 1984 yılında terör örgütü olarak tanımış ve listesine almıştır. Avrupa Birliği ise PKK’yı ancak 2002’de, yani yıllar sonra, çok uzun bir gecikmeden sonra terör örgütleri listesine alabilmiştir. Yani PKK’nın bir terör örgütü olduğunu anlamaları 1984-2002, bu kadar bir zaman dilimi içerisinde gecikerek gerçekleşmiştir. Biz bugün PYD ve YPG konusunda aynı uyarıyı yapıyoruz. Yani 5 yıl sonra, 10 yıl sonra ‘ha evet YPG-PYD de bir terör örgütüymüş, PKK’nın devamıymış’ şeklinde gecikmiş bir karar vermelerinin aslında bugün terörle mücadeleye büyük bir zarar verdiğini tekrar hatırlatmak istiyoruz. PKK konusunda yaşadıkları bocalamayı ya da gecikmeyi YPG ve PYD konusunda yaşamamaları için gerekli uyarıları yapmaya bundan sonra da devam edeceğiz.
Bir diğer önemli konu arkadaşlar, bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta bir Soçi’de Suriye Ulusal Diyalog Konferansı gerçekleştirildi. Biz başından beri bu Soçi toplantılarına hep yapıcı bir tutumla yaklaştık, bunun sahaya somut yansımalarının olması ve çatışmasızlık durumunun devam ettirilmesi ve siyasi geçiş sürecinin hayata geçirilmesi için katkı sağlaması yönünde çabalarımızı yoğunlaştırdık. Bildiğiniz gibi Soçi’de de bir üçlü zirve gerçekleştirildi bu çerçevede. Bizim açımızdan tabii Soçi Zirvesinde birtakım hatalar yapıldı, aksaklıklar oldu, buna tepki olarak da Suriye muhalefetinin belli kolları, grupları bu toplantıya katılmadılar. Ama buna rağmen özellikle sonuç bildirgesinde Birleşmiş Milletler 2254 sayılı karara atıf yapılması, Astana ve Cenevre süreçlerinin birbirine biraz daha yakınlaştırılması noktasında önemli bir adım atıldı. Bir diğer önemli netice de, şüphesiz burada 150 kişilik bir Anayasa Komisyonunun kurulması kararı alınmış olmasıdır ve Türkiye olarak da biz muhaliflerle yaptığımız istişareler neticesinde de bu 150 kişilik komisyona verilecek isimleri belirleme sürecini şu anda başlattık. Bu siyasi geçiş sürecinde şüphesiz önemli bir adımdır. Fakat bütün bunlar yaşanırken özellikle rejimin İdlib çatışmasızlık bölgesinde Astana’da alınan kararları, çatışmasızlık kararını ihlal edici tavırları da maalesef devam ediyor. Buradan tekrar çağrı yapıyoruz, bu tür özellikle sivillere dönük saldırıların derhâl durulması için bütün aktörlerin devreye girmesi gerekiyor ki Astana’da alınan çatışmasızlık kararı başarılı bir şekilde hayata geçirilsin.
Bizim açımızdan ayrıca bir önemi var bildiğiniz gibi bu konunun, çünkü şu anda Türk Silahlı Kuvvetleri yine yapılan anlaşma çerçevesinde dördüncü gözlem bölgesini kurmak için çalışmalarını yoğun bir şekilde yürütüyor. Zaman zaman sahada zorluklarla karşılaşıyorlar, taciz ateşleriyle karşılaşıyorlar, hatta saldırılarla karşılaşıyorlar. Bütün bu riskleri almamızın sebebi, yaptığımız anlaşma çerçevesinde İdlib’in güvenli bir bölge hâline gelmesidir. Dolayısıyla burada da garantör ülkeler başta olmak üzere herkesin üzerine düşeni yapması gerekmektedir.
Son olarak yine ekonomiyle ilgili birkaç hususu sizinle paylaşmak istiyorum yine bu son dönemde yaşanan hadiseler ve operasyonla da ilgili. Zira zaman zaman operasyonun ekonomiye olumsuz etki yapacağı şeklinde spekülasyonların yapıldığını gördük. Yine ben Fırat Kalkanı Harekâtı’na atıf yapmak istiyorum burada. O zaman da Fırat Kalkanı Harekâtı başladığında bunun ekonomiye olumsuz yansıyacağı şeklinde beyanatlar verilmiş idi. Fakat bunların hiçbirisinin doğru olmadığı yaşanan o süreçte açık ve net bir şekilde görüldü. Bugün de Zeytin Dalı Harekât’ının ekonomimize herhangi bir olumsuz etkisi olmamıştır, bundan sonra da olması beklenmemektedir. Aslında tam tersine, terörden tamamen arındırılmış bir bölge ve Türkiye sınırları içerisinde terörün tamamen sıfırlanması üretim açısından, yatırım açısından, uluslararası sermaye açısından çok daha elverişli, cazip bir ekonomi portfolyosunun oluşmasına da imkân sağlayacaktır. Nitekim bunun somut neticelerini de biz aslında 2017 yılında gördük, yani son çeyrekte yüzde 11.1 büyüme oranı dünyada bir numaraydı, bir rekor idi. 2017’nin toplamına baktığınız zaman yüzde 7.4 civarında muazzam bir büyüme başarısı yakalandı.
Aynı şekilde turizm alanında mesela çok önemli bir toparlanma süreci yaşadık, turizm gelirlerimiz yüzde 19, Türkiye’ye gelen turist sayısı da yüzde 24 civarında arttı. Bu yıl bunun daha da büyüyerek artmasını bekliyoruz. Hatta geçenlerde Bloomberg’de yapılan bir araştırmaya göre Türkiye, dünya ekonomileri içerisinde en cazip ve gelişmekte olan ikinci ülke Meksika’dan sonra olarak tespit edildi. Yani bütün etrafımızda yaşanan bu sıkıntılara rağmen, ekonomik krizlere, savaşla, terörle mücadeleye rağmen Türk ekonomisinin sağlam bünyesini göstermesi açısından bu rakamların önemli olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum ki bunun somut yine göstergelerinden bir tanesini biz Roma’da Sayın Cumhurbaşkanımızın İtalyan CEO’larıyla yaptığı toplantıda da gördük. Bildiğiniz gibi İtalya’yla yaklaşık 20 milyar dolar civarında bir ticaret hacmimiz var, hedefimiz 30 milyar dolara çıkarmak ve biz yaklaşık 1400 küsur İtalyan şirketi var Türkiye’de iş yapan, onların en büyüklerinin CEO’larında bu iradeyi çok net bir şekilde gördük. Sayın Cumhurbaşkanımızla, Ekonomi Bakanımız, Yatırım Ajansımız ve diğer ilgili kurumlarımızla birlikte onları Türkiye’de daha fazla yatırım yapmaya davet etti, biz de onlarda bu kararlılığı net bir şekilde gördük. Bu sadece İtalya’yla sınırlı bir durum değil, bakın Almanya’yla yaşanan bir sürü siyasi krize rağmen Alman yatırımcılar Türkiye’de çalışmaya devam ettiler-ediyorlar. Diğer ülkeler, Fransız, İngiliz Amerikan ve diğerleri. Bu Türkiye’deki yatırım ortamının sağlam ve güven verici niteliğini ortaya koyması açısından da büyük önem arz ediyor. Bu hususun altını özellikle çizmek istedim, çünkü Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı saldırılar sadece siyasi, terör veya başka alanlardan gelmiyor, zaman zaman finansal operasyonlarla da karşı karşıya kaldığımız oluyor. Bunların geçmişte dediğim gibi bu tür tahminlerin ya da kehanetlerin altının hep boş çıktığını defalarca gördük. Biz Zeytin Dalı Harekâtı devam ederken, aynı şekilde PKK terör örgütüne karşı Türkiye’de sınır ötesinde, Irak’ta ve başka yerlerde bu operasyonlar devam ederken ekonomimizin bunlardan olumsuz etkilenmediğini, etkilenmeyeceğini bir kez daha bu vesileyle ifade etmek istiyorum.
Soru: “Efendim, dün grup toplantısında Sayın Kemal Kılıçdaroğlu 2014 yılında Mardin’de bir yerel mahkemenin PYD ve YPG’yle ilgili terör örgütü olduğu yönünde bir karar verdiğini, bundan 8 ay sonra Salih Müslim’in Türkiye’ye davet edildiğini söyledi ve AK Parti için teröre yardım ve yataklıktan dava açacaklarını dile getirdi. Birinci sorum bu, hani buna yorumunuz ne olur?
İkincisi, yine ısrarla Kemal Kılıçdaroğlu Esed’le görüşülmesi gerektiğini söylüyor. Dün bir televizyon programına katıldı Sayın Çavuşoğlu, ‘aslında rejimle hemfikir olduğumuz konular var’ dedik; ‘Kudüs konusu, YPG’nin terör örgütü olduğu konusu’... Bu sözlerin de gölgesinde Türkiye’yle rejim arasında bir temas söz konusu olur mu önümüzdeki dönemde?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şimdi öncelikle Sayın Kılıçdaroğlu’nun PYD-YPG’nin bir terör örgütü olduğunu dünkü konuşmasında net bir şekilde ifade etmesi memnuniyet verici. Ama gecikmeli bir şekilde, bu açıklamanın Sayın Cumhurbaşkanımızın birçok çağrısından, meydan okumasından sonra yapması da manidar. Ama şunu da göz ardı etmemek lazım: Hâlâ Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde PYD’ye, YPG’ye terör örgütü diyemeyen, hatta dolaylı olarak onlara destek veren, arka çıkan birtakım seslerin olduğunu da görüyoruz. Umarız bu konuda da Sayın Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı sıfatıyla gerekli adımları atacaktır.
Türkiye şu anda terörle mücadele noktasında son derece kararlı, kapsamlı bir operasyon yürütüyor arkadaşlar. Bütün bizim enerjimizi teksif etmemiz gereken bu birlik beraberlik duygusu içerisinde terörün her türüne karşı, DEAŞ olur, PYD olur, PKK olur, El Kaide olur, Boko Haram olur, DHKP-C olur, kimliği, ideolojisi ne olursa olsun, ister din temelli olsun, ister etnisite temelli olsun, ister ideolojik temelli olsun bunlara karşı net bir mücadele verilmesidir.”
Rejimle ilişki meselesine gelince… Bakın bu bize birçok defa soruldu. Biz yani bu konuda çok açık ve net tavrımızı hep baştan beri ortaya koyduk. Bizim rejimle herhangi bir temasımız söz konusu değil. Şu anda öyle bir temasın kurulması da söz konusu değil. Biz defalarca ifade ettik, Suriye’nin birlik ve beraberliğini sağlayacak bir devlet yapısının ve liderliğin ortaya çıkması Suriye’nin geleceği açısından büyük önem arz ediyor. En son Soçi Toplantısında da, üçlü zirvede, Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu açık ve net bir şekilde, hem Rus Devlet Başkanına, hem İran Cumhurbaşkanına açık bir şekilde ifade ettiler. Siyasi geçiş süreci hayata geçirilirken burada Suriye’nin birlik beraberliğini sağlayacak bir ismin, yapının öne çıkması hem meşruiyet açısından, hem de gelecekte ortaya çıkabilecek başka sorunları önlemek açısından büyük önem arz ediyor. Yani bizi işte Sayın Kılıçdaroğlu da işte ‘rejimle oturun, hemen pazarlık yapın, görüşün’ tarzı böyle bir yönlendirme şeklindeki yaklaşımların çok gerçekçi olmadığını ifade etmeliyiz.
Zaman zaman bize işte ‘ya o, ya bu’ gibi dayatmaların yapıldığını, işte ölümü gösterip sıtmaya razı edilmeye çalışıldığımızı biz defalarca daha önce de gördük. Biz burada onların ne söylediği ya da bize ne dayattığından ziyade kendi ulusal çıkarlarımız çerçevesinde bu kararları alırız ve bunları da kararlı bir şekilde uygularız. Bizim Suriye’deki hedefimiz ne Suriye’nin herhangi bir toprak parçasını işgal etmektir, ne oradaki terör yapılarına verilen desteği görmezlikten gelmektir. Amacımız; hem Suriye topraklarının bütünüyle terör örgütlerinden temizlenmesi, hem de siyasi geçiş sürecinin hem bizim, hem de Suriye halkı için sürdürülebilir bir şekilde hayata geçirilmesi, öncelikli hedefimiz bu. Bununla ilgili olarak da biz hem işte Astana süreci çerçevesinde Rusya’yla, İran’la ve diğer bölge ülkeleriyle, diğer taraftan uluslararası koalisyonla, Avrupa Birliği ülkeleriyle, Amerika’yla bu koordinasyonu sağlamaya çalışıyoruz.
Tabii Suriye sahasında çok değişik şeyler yaşanıyor, yeni vekâlet savaşları hayata geçirilmeye çalışılıyor. İşte Amerika Birleşik Devletleri’nin PYD ve YPG’ye verdiği destek maalesef bunun örneklerinden bir tanesi. Yani DEAŞ tehdidi ortadan kalktıktan sonra hâlâ bu desteğin devam ediyor olması, Amerikan Başkanı Sayın Trump’ın yaptığı açıklamalara, Cumhurbaşkanımıza telefonda bizzat ifade ettiği konulara rağmen, verdiği sözlere rağmen bu desteğin devam etmesi şüphesiz kamuoyunda da akla başka sorular getiriyor. Yani niyetin sadece DEAŞ’la mücadele olmadığı, daha uzun vadeli bir askeri mevcudiyet elde etmek için birtakım planların yapıldığı şeklinde sorulara, soru işaretlerine yol açıyor. Bu öncelikle tabii bizi doğrudan ilgilendiren bir konu. Çünkü hemen yanı başımızda, sınırımızda yaşanan bazı gelişmeler bunlar.
Asıl önemlisi tabii, bir diğer önemli konu da; burada Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit edecek birtakım paylaşımların yapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Rejim dediğimiz unsur da, bu oyunun bir parçası hâline gelmiş durumda. Dolayısıyla öyle bir yapısıyla bu tarz doğrudan bir temas, görüşme şu anda bizim zaten gündemimizde yok. Cumhurbaşkanımızın da bu konudaki tavrı baştan hep net oldu. Bunda da herhangi bir değişiklik söz konusu değil.”
Soru: “Efendim, dün kamuoyuna yansıdı, Amerika Birleşik Devletleri’nden hafta sonu ve önümüzdeki haftaya ilişkin hem Dışişleri Bakanı, hem de Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın Türkiye’yi ziyaretleri söz konusu. Görüşme talebi Türkiye’den mi geldi, Amerikalılardan mı geldi ve hangi düzeyde bir görüşme olacak? Ve bu görüşmenin ardından özellikle sahada daha somut bir adım Amerika tarafından bekleyecek miyiz?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Sayın Tillerson’ın ziyareti kendi talepleri üzerine tabii ki gerçekleşiyor. Burada Sayın Dışişleri Bakanımızın misafiri olarak gelecekler. Muhtemelen Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından da kabul edilecekler. Ulusal Güvenlik Danışmanı Sayın McMaster’la da bildiğiniz gibi benim bir telefon trafiğim var bir müddettir. O çerçevede kendisi ülkemizi ziyaret edecek, benim misafirim olarak gelecek ve bu Suriye, Irak, terörle mücadele başta olmak üzere Türk-Amerikan ilişkilerini ilgilendiren temel konuları etraflı bir şekilde ele alacağız.
Bu ziyaretler tabii önemli. Çünkü biz Amerika Birleşik Devletleri’yle güvenin yeniden tesisi için bir çaba içerisindeyiz. Ama bu güveni sağlayacak olan da aynı zamanda Amerikan yönetiminin sahada atacağı somut adımlardır. İşte PYD’ye verilen destek meselesini biliyorsunuz, Amerika’daki FETÖ yapılanması konusunu hepimiz biliyoruz, New York’ta devam eden Hakan Atilla davası, Halkbank davasını hepimiz biliyoruz. Yani bunlar Türk-Amerikan ilişkilerini gölgeleyen, zehirleyen ve müttefiklik ilişkisine sığmayan uygulamalar. Biz bunların bir an önce sona erdirilmesini ve ilişkilerimizin tekrar müttefiklik ilişkileri çerçevesinde güven esasına dayalı bir zeminde ilerlemesini arzu ediyoruz. Ama bunun için dediğim gibi Amerikan yönetiminden bir takım somut beklentilerimiz var. Örneğin PKK terörüyle mücadele konusu da sık sık konuştuğumuz bir konudur. Anlık istihbarat paylaşımı, operasyonların koordinasyonu ve diğer konular. Fakat maalesef bugüne kadar bu son derece açık ve net olan mevzuda bile biz çok somut, elle tutulur, sahaya yansıyan adımlar maalesef şu ana kadar görmedik, bunları görmek istiyoruz. Kapıyı tabii ki tamamen kapatmıyoruz. Sayın Tillerson’ın ve McMaster’ın yapacağı ziyarette de biz bu konuları etraflı bir şekilde gene ele alacağız.”
Soru: “Afrin Operasyonu konusunda muhalefetten açıklamalar var. Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Afrin’e girilmemeli, daha derine inmeye gerek yok’ diyor. Devlet Bahçeli ise, ‘önce ÖSO girsin, sonra Türk Silahlı Kuvvetleri girsin’ açıklaması yapıyor. Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İkinci sorum da, 72 kriterin tamamlandığını açıkladınız biraz önce. Bir terör tanımı tartışması vardı, özellikle TCK’ya itirazlar vardı Avrupa ülkelerinden gelen. Bu tartışma nasıl aşıldı acaba?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şimdi Afrin Operasyonuyla ilgili gerekli askerî planlamayı yapan kurum bellidir; Türk Silahlı Kuvvetleridir, Millî İstihbarat Teşkilatımızdır, ilgili güvenlik birimlerimizdir. Onların yaptıkları planlamalar çerçevesinde bu harekât gayet başarılı bir şekilde yürütülüyor, bundan sonra da böyle devam edecektir. Tabii bu tür görüşler dile getirilebilir, biz bunlara saygı duyuyoruz. Ama aslolan, askerimizin, istihbarat birimlerimizin sahadaki bilgiler ışığında ortaya koyduğu planlar ve bunların uygulanmasıdır. Dolayısıyla hani ‘oraya girelim, buraya girmeyelim’ tarzı değerlendirmeleri öncelikle bırakalım ilgili makamlar yapsınlar, bu işin uzmanı olan birimlerimiz yapsınlar.
İkinci sorunuzla ilgili olarak, aslında bu konuda biz baştan beri Türkiye’nin terörle mücadelesini zaafa uğratacak hiçbir tasarrufun içinde olmayacağımızı açık ve net bir şekilde AB tarafına ilettik. Fakat hatırlayın, bu konu nereden böyle bir tartışma mevzu hâline geldi? Yani ‘72 kriterin işte 69, 68’i tamamlandı’ dendi, ‘son iki-üç kriter terörle mücadele yasalarıyla ilgili falan’ dendi. Bu maalesef tamamen Avrupa Parlamentosunda konunun biraz popülist kaygılarla başka bir zemine taşınması ile ortaya çıktı. Hâlbuki ilgili birimler bu konuyu gayet soğukkanlı, olgun bir şekilde müzakerelerini yürütmekteydiler. Bu ne zaman ki Avrupa Parlamentosuna taşındı, o dönemin Avrupa Parlamentosu Başkanı bu konuyu bir siyaset malzemesi hâline getirdi, başka gerekçelerle. Niye olduğunu da az çok tahmin ediyorsunuz. Ve konu bir anda ‘Türkiye bunu yapar mı yapmaz mı, işte yapmazsa şöyle olur’ tarzı bir tartışmaya döndü. Komisyonla yapılan görüşmeler, geçen yıl Sayın Cumhurbaşkanımızın Mayıs ayında Brüksel’deki NATO Zirvesi çerçevesinde AB başkanlarıyla yaptığı görüşmede de bu konu etraflı bir şekilde ele alındı. Yapılan çalışma da neticelendirildi. Detaylarına girmeden şunu söyleyeyim: Bizim kendi terörle mücadele yasalarımız çerçevesinde Türkiye’nin terörle mücadelesini zaafa uğratacak herhangi bir tasarrufa imkân vermeden ya da kapı aralamadan birtakım düzenlemeler yapıldı ve bu AB tarafına iletildi. Bizim şu anda beklentimiz, Türkiye’nin bu önceliklerini de dikkate alarak, terörle mücadele eden bir NATO müttefiki ülke olarak bu değerlendirmeleri hızlıca tamamlamaları ve Schengen uygulamasına bir an önce geçilmesi. Yapılan çalışma gayet iyi, güzel, kapsamlı bir çalışma. Bütün tarafların aslında ihtiyaç ve taleplerini karşılar mahiyette bir çalışma. Ama dediğim gibi, burada bizim önceliğimiz; biz elbette vize serbestiyetinin hayata geçirilmesi için üzerimize düşen adımları zaten yaptık. Ve hatırlayın, aslında bu ta 2-2,5 yıl önce uygulamaya geçmesi gereken bir madde iken Avrupa’daki, Avrupa içindeki, AB içindeki birtakım siyasi hesaplar, tartışmalar neticesinde uzatılmış bir konuydu. Biz şimdi o gerekli adımları da zaten attık. Ama AB tarafları da, AB makamları da eminim, beklentimiz de o yönde, Türkiye’nin bu terörle mücadeledeki önceliklerini dikkate alarak bir değerlendirme yapacaktır. Çünkü Türkiye’nin terörle mücadelede zaafa düşmesi, aynı zamanda Avrupa güvenliğinin de tehlikeye düşmesi demektir. Bunu da en iyi Avrupalı yetkililer biliyorlar. Dolayısıyla biz gene bunu pozitif bir yaklaşımla eğilmek, bakmak ve sonuçlarını en kısa sürede görmek istiyoruz.”
Soru: “Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında şu an hava sahası kullanımıyla ilgili son durum nedir? Suriye hava sahasının kapatıldığına dair birtakım iddialar söz konusu. Türk jetleri şu an Suriye hava sahasını kullanarak operasyon yapabiliyorlar mı?
İkinci sorum da Afrin’de tankımıza yapılan saldırıyla alakalı olacak. Bu saldırıda kullanılan silahın menşeiyle ilgili bir gelişme, netlik oluştu mu? Ve bu netlik sağlandıktan sonra tespit edilen ülkeye yönelik ne gibi adımlar atılması planlanıyor?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şimdi öncelikle birinci sorunuz, tabii askerî planlamalarla ilgili bir operasyonel detay. Deminki soruya cevaben de ifade ettiğim gibi bunu Genelkurmay Başkanlığımız, Harekât Daire Başkanlığımız, İstihbarat Teşkilatımızla birlikte en kapsamlı bir şekilde değerlendirmelerini her gün yapıyorlar. Her gün bununla ilgili planlar hayata geçirilirken, sahadaki gelişmeler, hava şartları ve diğer unsurlar dikkate alınarak bununla ilgili planlamalar yapılır. Yani şu anda bütün o ihtimaliyet hesapları dikkate alınmak suretiyle operasyon zaten devam ediyor. Operasyonun durması diye bir şey söz konusu değil. Bildiğiniz gibi Azez tarafından, diğer bölgelerden, güneyden, kuzeyden direkt bizim sınırımızdan ve Reyhanlı tarafından, her taraftan Afrin’i şu anda bir kuşatma harekâtı devam ediyor. İhtiyaçlar ne ise, sahadaki ihtiyaçlar ne ise ona göre de işte uçuşlardır, İHA’lardır, SİHA’lardır ve diğer imkân ve kabiliyetler hayata geçiriliyor, geçirilmeye de devam edecek.
Tankımızı vuran silahın menşeiyle ilgili de inceleme devam ediyor. Bu konuda İtalya’ya giderken de Sayın Cumhurbaşkanımız ifade etmişti. Biz erken bir açıklama yapıp eksik bilgilerle kamuoyunu yanıltmak istemeyiz. O yüzden o incelemenin raporu geldikten sonra gerekli değerlendirmeyi yapacağız. Şu anda hâlâ devam ediyor. Ondan sonra gerekli açıklama çerçevesinde de o silahın menşei nedir, nereden gelmiştir vesaire, onunla ilgili gerekli açıklamaları da o zaman yapacağız.”
Soru: “İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Afrin harekâtına ilişkin yaptığı açıklama, ‘Amerika’nın bölgede olmasından rahatsızız, ama bu operasyonun da bir an önce son bulmasını istiyoruz’ şeklindeydi bu açıklama. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de, yakın bir tarihte İran, Rusya ve Türkiye bağlamında liderler düzeyinde bir görüşme planlanıyor mu?
İkinci sorum da; Cumhurbaşkanımız dün açıkladı, hem Tabipler Birliği, hem de Barolar Birliği’nin önündeki Türk ifadesinin kaldırılması. İlk Bakanlar Kurulu toplantısında bunun gündeme gelmesi mümkün müdür? Bu süreç nasıl işleyecek?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Sayın Ruhani’nin açıklamalarını biz de dün takip ettik. Bir genel değerlendirme toplantısında ulusal ve uluslararası basının sorularına cevaben Afrin operasyonu kendisine soruluyor ve orada kendisi de bu operasyonun Türkiye’nin ulusal çıkarları çerçevesinde hayata geçirildiğine dair birkaç şey söyledikten sonra ‘En kısa sürede tamamlanması gönlümüzün arzu ettiğidir’ gibi bir ifadesi var. Orijinaline de baktırdım ben. Yani orada zaman zaman ülkelerin, hani ‘operasyon uzamasın’ şeklindeki açıklamalarını dediğim gibi biz not ederiz. Ama bizim öncelikli kaygımız, hedefimiz; bu operasyonun gene planlandığı şekilde hayata geçirilmesidir. Ben yine Fırat Kalkanı Harekâtı’na atıf yapmak istiyorum. Bu konuyla ilgili detayları da zaten bugün görüşmek üzere Sayın Dışişleri Bakanımız İran’a gidiyor, daha önce planlanmış bir ziyaretti bu. Orada da hem mevkidaşı Sayın Zarif’le, hem de Sayın Ruhani ile bu konuları da zaten görüşecekler. Biz bütün dost, müttefik ve komşu ülkelerin Türkiye’nin bu konulardaki önceliklerini, çıkarlarını dikkate alan bir değerlendirme içinde olmalarını bekleriz. Çünkü biz de o ülkelere yönelik böyle bir terör saldırısı ya da tehdidi söz konusu olduğunda hep bu tavır içerisinde olduk. Onlardan da aynı tavrı beklemek bizim en doğal hakkımızdır.
Soçi ya da Astana süreciyle ilgili bir üçlü zirve üzerinde çalışıyoruz. Bunu liderler de birkaç defa birkaç vesileyle konuştular. Tarih, yer konusunda şu anda çalışmalar devam ediyor, ama yakın zamanda böyle bir üçlü zirve yapılabilir. Tekrar hem Astana, hem Soçi, hem Suriye’deki diğer gelişmeleri kapsamlı bir şekilde değerlendirmek açısından.
Tabipler Birliği’nin başındaki “Türk” ifadesi bildiğiniz gibi Bakanlar Kurulu kararıyla verilen sıfat ya da isim. Tabii Tabipler Birliği’nin son dönemde özellikle harekâtla ilgili sergilediği tutuma binaen kamuoyunda da büyük bir infial oluştu. Yani hadi başında Türk ifade olması bir kenara, yani Türkiye’de faaliyet gösteren bir STK’nın Türkiye’deki genel kamuoyunun hassasiyetlerini göz ardı ederek başka birtakım kaygılarla, ideolojik olabilir, başka şeyler olabilir, açıklamalar yapması, tutumlar sergilemesi elbette kamuoyunda tepkiye yol açar. Sayın Cumhurbaşkanımız da bu tepkiyi dikkate alarak bir çağrıda bulundu. Bundan sonrası Bakanlar Kurulunun uhdesindedir, o süreç orada işleyecektir. Fakat ben daha önce de bir vesileyle söylemiştim, yani bugüne kadar bakın yani makul ve meşru eleştiriye bizim bir itirazımız yok. Ama siz bir eleştiri diye ortaya çıkıp bir bildiri yayınladığınızda, bir kampanya yaptığınızda Türkiye’nin yaşadığı gerçekleri, hassasiyetleri, cephede savaşan askerimizin aldığı riskleri göz ardı ederek, âdeta böyle umursamaz bir şekilde açıklamalar yaptığınızda bu kamuoyunda da, elbette devlet nezdinde de tepkiye neden olur.
Bir diğer önemli konu da; bugüne kadar mesela bu tür çevrelerin DEAŞ’a karşı yapılan operasyonlarda, El Kaide’ye karşı yapılan operasyonlarda veya benzer terör örgütlerine karşı operasyonlarda çıkıp ‘Biz savaşa karşıyız. El Kaide’yle müzakere yapın, DEAŞ’la diyalog yapın’ tarzı bir kampanya yaptığını, bir bildiri yayınladığını gördünüz mü? Ama ne zaman işin ucu PKK’ya dokunuyor, ne zaman işin ucu PYD-YPG’ye veya benzer sol Marksist, Leninist örgütlere dokunuyor, bu arkadaşlar hemen bir anda içlerindeki birtakım hümanist, liberal birtakım duyguları hatırlıyorlar, işte ‘biz savaşa karşıyız, barıştan yanayız’ vesaire demeye başlıyorlar. Şimdi bunun izah edilmesini sormak da bizim en doğal hakkımız. Bizim askerimiz orada bizim ülkemiz için, bizim bu ülkede, bu sokaklarda özgürce dolaşabilmemiz için, özgürce nefes alabilmemiz için hayatlarını ortaya koyuyorlar. Onlar bu riski alırken birilerinin kalkıp kafalarındaki birtakım fantezileri hayata geçirmek için ‘Biz savaşa karşıyız, biz bu operasyonlara karşıyız’ demeleri her şeyden önce o Mehmetçiğe bir saygısızlık, bir haksızlıktır. En azından bu hassasiyeti göstermeleri ve susmaları beklenir, en azından bunu yapmalılar diye düşünüyorum.
Soru: “Sayın Cumhurbaşkanı Vatikan ve Roma ziyaretlerinin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada faizle ilgili bir değerlendirme toplantısının yapıldığını, teknik çalışmanın ardından tekrar bir toplantı yapılabileceğini söyledi. Bununla ilgili bir takvim var mı önümüzde?
İkincisi; Alman Bild Gazetesi Martin Schulz’un Almanya’nın yeni Dışişleri Bakanı olabileceğini duyurdu. Böyle bir senaryo iki ülke arasındaki ilişkileri nasıl etkiler?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Faiz konusuyla ilgili Cumhurbaşkanımızın tutumunu biliyorsunuz arkadaşlar. Faizlerin düşürülmesi konusunda kendisi hep açık ve net bir tutum sergiledi. Niye? Yatırımların daha fazla artması için, bizim işadamlarımızın, şirketlerimizin daha rahat bir yatırım ortamına kavuşabilmesi için. Bununla ilgili doğal olarak kendisi Cumhurbaşkanı sıfatıyla zaman zaman toplantılar yapmaktadır. Önümüzdeki günlerde de gene bununla ilgili çalışmalar devam edecektir.
Martin Schulz’un Dışişleri Bakanı olma ihtimali sorusuna cevaben de şunu söyleyeyim: Tabii ki bu öncelikle Almanya’nın bir iç meselesidir. Öncelikle biz tabii ki koalisyon çalışmalarının, görüşmelerin bir an önce neticelenmesini arzu ederiz, biz de Almanya’yla son dönemde yaşanan bu yumuşama ya da normalleşme ivmesinin devam etmesi arzusundayız. Ona da yeni kurulacak koalisyonun katkı vermesini bekleriz. Bildiğiniz gibi Alman seçimlerinden sonra, yani Eylül ayından sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier’la iki, Alman Şansölyesi Sayın Merkel’le de bir telefon görüşmesi oldu. Dışişleri Bakanımızın mevkidaşıyla birkaç görüşmesi oldu. Biz bütün bunların Türk-Alman ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasına vesile olmasını bekliyoruz. Sayın Schulz olur veya bir başkası olur, bir sonraki Alman hükûmetinin de Türkiye’nin ne kadar önemli bir müttefik olduğunu, bölgede ne kadar kritik, merkezi role sahip bir ülke olduğunu anlayarak, bunun idrakinde adımlar atmasını bekleriz. Dahası bizim Almanya’da üç milyondan fazla vatandaşımız yaşıyor. Türkiye’de yaşayan Almanlar var, Türkiye’de iş yapan Alman firmaları var, çok köklü ilişkilerimiz var toplumsal, ekonomik, kültürel ilişkilerimiz var. Bunları kısa vadeli siyasi hesaplara feda etmemeleri gerektiğini bu vesileyle ben tekrar hatırlatmak isterim. Bu sadece Türk-Alman ilişkileri için değil, bölgenin istikrarı, güveni, orada yaşayan vatandaşlarımız, Türkiye’de bulunan Alman vatandaşları, şirketleri, herkes için faydalı bir adım olacaktır. Umarız yeni koalisyon hükûmetinin bütün aktörleri, bütün yetkilileri de bu sorumluluk bilinciyle hareket ederler. Çünkü Türkiye bu konuda son birkaç ayda da gördüğünüz gibi gayet olumlu, iyi niyetle örülmüş bir tutum içerisindedir. Biz bu iklimin devam etmesinden yanayız.”
Soru: “Anımsanacağı üzere geçtiğimiz hafta bazı haberler çıktı; PYD- YPG’nin ÖSO güçlerini klorin gazıyla vurduğuna yönelik. Bu iddia doğrulandı mı, yani size ulaşan bulgular nelerdir?
Hemen kısaca, Sayın Cumhurbaşkanıyla Sayın Bahçeli’nin ittifak görüşmeleri çerçevesinde bir görüşme yapması planlandığı söyleniyor. Bu hafta içerisinde gerçekleşmesi söz konusu olabilir mi?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şimdi YPG’nin klorin gazı kullandığına dair haberleri biz de takip ediyoruz. Ama bizim hem askerî, hem istihbarî kaynaklarımızdan henüz şu anda bunu teyit edici bir bilgi bize ulaşmış değil. Daha bu sabah ben de ilgili birimlere sordum, onunla ilgili bizim elimize ulaşmış kesin bir bilgi yok. O yüzden evet ya da hayır diyebilecek durumda değiliz. Size yanlış ya da eksik bilgi vermek istemem.
Sayın Bahçeli ile Sayın Cumhurbaşkanımızın görüşme trafiği tabii her an olabilir. Ben bu vesileyle Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye özellikle şu son dönemde sergilediği yerli, millî, kararlı duruşundan dolayı tekrar teşekkürlerimizi ifade etmek istiyorum. Yani yaptığı açıklamalar kamuoyunun aslında kahir ekseriyetinin, çok büyük bir kesiminin duygularına da tercüman olmaktadır. Yani sadece Milliyetçi Hareket Partisi’nin görüşü olarak görmek de bence eksik olur. Sokağa çıktığınızda, insanları dinlediğinizde, özellikle harekâtla ilgili millî güvenliğimiz, beka meseleleri söz konusu olduğunda Sayın Bahçeli’nin sergilediği tavır hakikaten takdire şayandır. Ülkenin birlik ve beraberliğine katkı sunmaktadır. Tabii ki 2019 sürecine giderken ittifak görüşmeleri için de önemli bir zemin oluşturmaktadır bu. Zaten bildiğiniz gibi ara ara Sayın Cumhurbaşkanımız Sayın Bahçeli ile yüz yüze ya da telefonla görüşüyorlar. Önümüzdeki günlerde de böyle bir görüşme gerçekleşebilir. Ama öncelikle o komisyonun çalışmalarının belli bir noktaya ulaşması gerekiyor. Bunu da Sayın Cumhurbaşkanımız yakinen takip ediyor.”