
İçimizde Büyüyen Sessiz Çığlık
Her sabah uyandığımızda aynı duyguyla başlıyoruz artık güne: Yorgun, mutsuz ve biraz da tahammülsüz. Sanki nefes alıyoruz ama yaşamıyoruz. Bir telaşın, bir koşuşturmanın, bir “yetişme zorunluluğu”nun içinde kayboluyoruz.
İçimizde büyüyen bir sessiz çığlık var. Kimseye anlatmadığımız, sustukça ağırlaşan bir yük. Bazen en sevdiklerimize bile tahammül edemiyoruz, çünkü aslında kendimize katlanamıyoruz. Kendi yorgunluğumuzu, kendi eksikliğimizi, kendi kırgınlığımızı taşıyamıyoruz.
Mutsuzuz çünkü hayata değil, başkalarının bize dayattığı tempoya yetişmeye çalışıyoruz. Tahammülsüzüz çünkü sabrı unuttuk; beklemeyi, dinlemeyi, anlamayı unuttuk. Hep hızlı, hep güçlü, hep mutlu görünmek zorundaymışız gibi davranıyoruz. Ama gerçekte hiçbirimiz bu kadar güçlü değiliz. Ve bunda utanılacak hiçbir şey yok.
Asıl mesele, yeniden hatırlamak… Bir tebessümün ağırlığı hafifletebileceğini, bir sarılmanın kalbi onarabileceğini, bir “seni anlıyorum” sözünün hayata yeniden tutundurabileceğini unuttuk.
Artık görmemiz gereken şu: Mutsuzluk da tahammülsüzlük de bulaşıcı. Ama umut da bulaşıcı, merhamet de, huzur da… Belki de içimizdeki çığlığı susturmanın tek yolu birbirimize yeniden dokunmak.
Hayat öfkeyle değil, paylaşılan bir sabırla güzelleşiyor. Ve belki de en büyük cesaret, hızla akan bu dünyada biraz yavaşlayabilmek…