
Cumhuriyet: Bir Milletin Yeniden Doğuşu
Cumhuriyet…
Bir kelimeden fazlasıdır.
Bir milleti yeniden ayağa kaldıran, yüzyılların esaretini bir gecede silen bir iradenin adıdır.
Bazen bir ses olur Anadolu’nun taşından yankılanır; bazen bir karanlıkta yanan tek lambadır…
Ve o lambayı yakanın adı Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Düşünün...
Ülke yanmış, yıkılmış, ordusu dağılmış, halkın umudu tükenmiş.
Ama bir adam çıkar, elinde ne parası vardır ne gücü, sadece inancı.
Der ki: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
İşte o cümle, imparatorluk enkazından bir Cumhuriyet doğurur.
Bugün Cumhuriyet’in 102. yılına bakarken, kendimize şu soruyu sormamız gerekir:
Biz gerçekten Cumhuriyet’i anlamış bir millet miyiz, yoksa sadece her 29 Ekim’de bayrak sallayan bir kalabalık mı?
Cumhuriyet, sadece bir yönetim şekli değildir.
Cumhuriyet, aklın, bilimin, eşitliğin ve vicdanın hâkim olduğu bir yaşam biçimidir.
Kadınıyla erkeğiyle, köylüsüyle kentlisiyle, her bireyin başını dik tutabildiği bir düzendir.
Ve ne acıdır ki, bugün hâlâ o dik duruşun bedelini ödeyenler var bu ülkede…
Atatürk’ün “Cumhuriyet fazilettir” derken kastettiği tam da buydu.
Çünkü fazilet, sadece inançta değil, duruşta da olmalıydı.
O, bize sadece bir rejim değil, bir duruş miras bıraktı.
O mirası korumak, sadece devletin değil, her birimizin görevidir.
Bugün Cumhuriyet’e sahip çıkmak;
Bir bayrak taşımaktan, bir marş söylemekten çok daha fazlasıdır.
Doğruyu söylemekten korkmamak, adaleti savunmaktan vazgeçmemektir.
Kadına, çocuğa, doğaya, emeğe saygı göstermektir.
Yani, Cumhuriyet’i sadece kutlamak değil, yaşamaktır.
Ve unutmayalım:
Cumhuriyet, bir armağan değil; kanla, acıyla, umutla alınmış bir emanettir.
O emaneti taşıyan her yürek, Atatürk’ün askeridir.
Sözle değil, duruşla...
Ne mutlu Cumhuriyet’i anlamış olanlara.
Ne mutlu, “Ben Atatürk’ün yolundan gidiyorum” diyebilenlere.
