
Buz Gibi Gerçek: Yanıyoruz”
Birileri hâlâ "iklim değişikliği" deyip geçiyor. Hâlbuki bu artık değişiklik falan değil. Bu bildiğin kriz. Hem de öyle sadece kutuplarda buzullar eriyor, deniz seviyesi yükseliyor diye değil. Mahallenin başındaki ceviz ağacı erken çiçek açtıysa, Temmuz’da kar görüyorsan ya da kışın bile sivrisinek ısırıyorsa, kriz senin pencerenden içeri girmiş demektir.
Bakın, Kayseri’nin Temmuz’u bile başka artık. Güneş öfkesini kusar gibi. Toprak susuz, çiftçinin umudu kurak. Ama biz ne yapıyoruz? Marketten plastik poşeti alıyor, yaz tatili için ucuz uçak bileti bakıyoruz. İyi de nereye kaçacağız? Gidilecek başka bir gezegen yok.
Biz bu krizi sadece rakamlarla algılıyoruz. “Sıcaklık ortalaması 1,5 derece arttı.” diyorlar. Ne var bunda, diyorsun. Ama o 1,5 derece, Himalaya’daki buzulu çözüyor, Karadeniz’in fındığını vuruyor, Ege’de zeytini kurutuyor. Özetle: Biz yok olurken, hâlâ bir şey olmuyormuş gibi yaşıyoruz.
İklim krizi dediğin şey, uzak bir senaryo değil. Bu, geleceğe değil bugüne yazılmış kara bir not. Evet, belki kömür santrallerini ben kapatamam, ama ışığı gereksiz yere yakmayabilirim. Belki atmosfere salınan milyarlarca ton karbondioksiti ben durduramam, ama gereksiz tüketimi azaltabilirim.
Bir dostum geçen gün şöyle dedi: “Abi ben bu işlerden anlamam, doğa kendi dengesini bulur.” Güzel. O zaman haber vereyim: Doğa dengesini buluyor, evet. Ama bizim dengenin dışında...