
Siyasetin Dili: Ben Artık Anlamıyorum
Ne yalan söyleyeyim… Ben artık siyasetin dilini anlamıyorum.
Bir gün “birlik” diyorlar, ertesi gün birbirlerini hedef alıyorlar. Dün barıştan söz edenler bugün savaş diliyle konuşuyor. Aynı ülkenin insanlarıyız ama sanki başka dünyalardan gelmiş gibiyiz. Siyasetin dili artık halka ait değil. Yalın değil, dürüst değil, insana dokunmuyor.
Ben bir vatandaş olarak, bir gazeteci olarak, bir kadın olarak; kelimelerin bu kadar kirlendiği bir dönemi hiç görmedim. Herkes konuşuyor ama kimse gerçeği söylemiyor. Kimin sesi yüksekse onun sözü doğru sanılıyor. Oysa biz yüksek sese değil, doğru söze muhtacız.
Artık söylenenlere değil, susulanlara bakıyorum. Çünkü bazı gerçekler o suskunlukların içinde gizli. Herkes bir şey söylüyor ama kimse sorumluluk almıyor. Bir karar veriliyor, ertesi gün inkâr ediliyor. Bir umut doğuyor, hemen boğuluyor. Siyaset, halktan uzaklaştıkça halk siyasetten soğuyor.
Ben artık bir şey beklemiyorum. Çünkü beklemek yordu.
Söz çok, samimiyet yok.
Cümle çok, vicdan yok.
Ve en önemlisi, yüz çok ama yüzleşme yok.
Siyasetin dili sertleştikçe toplumun kalbi taşlaşıyor. Meclis’te söylenen her ağır söz, sokakta yankı buluyor. İnsanlar bölünüyor, dostluklar geriliyor, umut küçülüyor. Oysa bu ülkenin yeniden toparlanması için önce dilin değişmesi gerek. Çünkü bir ülke önce kelimeleriyle iyileşir.
Ben siyasetin dilini artık anlamıyorum ama halkın kalbini çok iyi anlıyorum. Orada hâlâ bir umut var. Her şeye rağmen, “belki bir gün” diyen bir sessizlik var. O sessizliğin içinde onurlu bir bekleyiş, dik bir duruş var.
Bir gün siyasetçiler gerçekten halk gibi konuşmayı öğrenirse, belki o zaman ben de anlamaya başlarım.
Ama o güne kadar dinliyorum ama inanmıyorum.
Gülüyorum ama güvenmiyorum.
Çünkü siyaset konuşuyor… Halk duymuyor
