
SESSİZ İŞGAL
Savaş denildiğinde zihnimizde beliren o barut kokulu, tanklı tüfekli sahneler artık tarih kitaplarının tozlu sayfalarında kaldı. İnsanlık, tarihinin en sinsi ve en derin kuşatmasıyla karşı karşıya; ancak bu kez gökyüzünden bombalar yağmıyor, işgal orduları sınırları zorlamıyor. Aksine, bu yeni savaşın cephesi hepimizin cebinde, evimizin başköşesinde ve en savunmasız anlarımızda parmaklarımızın ucunda duruyor. Günümüzde sosyal medya platformları, devasa sanal oyun endüstrisi ve dijital evrenin, masum birer eğlence aracı olmanın çok ötesine geçerek sosyolojik birer imha silahına dönüşmüş durumda. Bu, topla tüfekle yapılamayan yıkımın, daha düşük maliyetlerle çok daha kalıcı hasarlarla gerçekleştirildiği bir "Dijital Emperyalizm" çağıdır.
Bu dijital savaşın en korkutucu yanı, yıkımın gürültüsüz gerçekleşmesidir. Bir toplumu çökertmek için artık şehirlerini viran etmeye gerek yok; o toplumun ahlaki kodlarını, toplumsal normlarını ve gençliğin zihin dünyasını hedef almak yeterli. Dijital mecralar, tam da bu amaca hizmet ederek, toplumsal değerleri küresel bir çerçevede eritip yok eden devasa bir öğütücü gibi çalışmaktadır. Ahlakın, mahremiyetin ve insani değerlerin "beğeni" sayılarına kurban edildiği, yozlaşmanın bir özgürlük biçimi gibi sunulduğu bu ortamda, toplumsal çürüme kaçınılmaz bir son olarak karşımıza çıkmaktadır. Silahlı bir işgalde düşman bellidir ve ona karşı bir direnç hattı oluşturulur; ancak dijital işgalde kurban, celladına aşık bir şekilde kendi rızasıyla teslim olmaktadır.
Özellikle gençlerimiz, bu dijital savaşta en ağır hasarını alan kitleyi oluşturuyor. Sanal oyunların renkli ve cazip dünyası, aslında belirli bir kültürün, ideolojinin ve yaşam tarzının bilinçaltına zerk edildiği birer laboratuvar işlevi görüyor. Gençler, gerçek hayatın zorlukları, sorumlulukları ve insani ilişkileriyle yüzleşmek yerine, sanal dünyada inşa ettikleri kusursuz ama sahte kimliklerin arkasına saklanmayı tercih ediyor. Bu durum, sadece bireysel bir kaçış değil, toplumsal bir anomi yani normsuzluk halidir. Şiddetin oyunlar aracılığıyla sıradanlaştığı, empatinin ekran kaydırma hızıyla yok olduğu bir dünyada yetişen nesiller, kendi kültürüne yabancılaşmış, köklerinden koparılmış "dijital göçebeler" haline gelmektedir.
Bu büyük kuşatmayı yarmak ise sandığımız kadar imkânsız değildir, ancak derin bir uyanış gerektirir. Ebeveynlerin, çocuklarının elindeki tableti sadece bir "oyalama aracı" olarak görmekten vazgeçip, o ekranın arkasındaki kültürel erozyonu fark etmeleri elzemdir. Yasaklamak, dijital çağda geçerli bir savunma mekanizması değildir; asıl mesele, gençlere teknolojiyi tüketen değil, onu yöneten ve üreten bir bilinç aşılamaktır. Dijital dünyanın, sanal hazların yerine; gerçek yaşamın, yüz yüze iletişimin, sanatın ve sporun sıcaklığını koyamadığımız sürece bu dijital bataklıkta kayıplar vermeye devam edeceğiz.
Unutulmamalıdır ki, bir toplumun geleceği, dijital platformların algoritmalarında değil, o toplumun kendi öz değerlerine ne kadar sıkı sarıldığı gerçeğinde saklıdır. Bu yüzden dijital emperyalizme karşı verilecek en büyük savaş, ekranları kapatıp birbirimizin yüzüne bakabilmeyi ve yeniden "biz" olabilmeyi başarmaktır.
"Dijital emperyalizm, insanlığın yıkımını gerçekleştirmek için yapılan kitlesel bir savaştır."
