
Muş Gibi Yapıyoruz
Sabah kalkıyoruz, yüzümüze biraz su, biraz da gülümseme çarpıp çıkıyoruz evden. Aynada gördüğümüz yorgunlukla vedalaşmadan…
Muş gibi yapıyoruz.
Mutluymuşuz gibi…
İşe gidiyoruz, çayımızı alıyoruz elimize. Ayaküstü bir “Günaydın”, bir iki “Ne var ne yok?” sorusu… Kimse cevabını merak etmiyor aslında. Zaten biz de uzun uzun anlatmak istemiyoruz.
İyiyiz diyoruz, iyiymişiz gibi…
Akşam eve dönüyoruz, çocuklara sarılıyoruz. Yemekler hazırlanıyor, sofraya oturuluyor. Sanki gün harika geçmiş, sanki içimiz pırıl pırıl. Ama göz göze gelmemeye çalışıyoruz bazen, çünkü gözlerimiz ele verir gerçeği.
Aşırı neşeymiş gibi davranıyoruz…
Gece uykuya hazırlanırken, yastığın serin yüzüne yüzümüzü gömüp bir derin nefes alıyoruz. İçimizde susturduğumuz sesleri o an biraz duyuyoruz ama hemen üstünü örtüyoruz.
Unutmuş gibiyiz, vazgeçmiş gibiyiz…
Ama işte “muş gibi” yaşamaktan yorgunuz.
Gülüyormuş gibi yaparken içimizdeki ağlamalar birikip taş oldu.
Güçlüymüşüz gibi dururken kırılan yerlerimiz yamalanmaz hale geldi.
Bazen diyorum ki: Keşke bir günlüğüne herkes gerçekten olduğu gibi olsa. Kimse güçlü görünmeye çalışmasa. Kimse rol yapmasa. Ağlayan ağlasa, susan konuşsa, korkan sarılsa.
Kimse “miş gibi” olmasa…
Sadece olsa.
Belki de iyileşmenin ilk adımı budur.
Gerçekleşmek.
Kendimize dönmek.
Ve o yorgun “miş”lerin altındaki gerçeği sevmek.
Sen de yorgunsun biliyorum. Ama yalnız değilsin.
Ben de buradayım…
Birlikte yaşıyormuş gibi değil, gerçekten yaşayalım diye.