SOSYAL MEDYADA KAYBOLAN BİZ

SOSYAL MEDYADA KAYBOLAN BİZ


Türk toplumu, asırlardır mayasında taşıdığı samimiyet, mahremiyet ve "biz" olma şuurunu, dijital dünyanın soğuk ve yapay iklimine kurban vermektedir. Bugün yaşadığımız süreç, basit bir teknolojik adaptasyon sorunu değil, kelimenin tam anlamıyla bir kültürel erozyondur; bir çürümeye dönüştü. Bu durumu daha önce kaleme aldığımız "Sessiz İşgal" adlı çalışmamızda şu ifadelerle tanımlamıştık:

“Dijital emperyalizm, insanlığın yıkımını gerçekleştirmek için yapılan kitlesel bir savaştır.”

 Sosyal medya bu savaşın; toplumu çevreleyen kuşatmanın en güçlü silahı olarak evlerimizin baş köşesine yerleşmiştir. Eskiden "kol kırılır yen içinde kalır" diyen o vakur ve asil duruş, yerini mahremiyetin pazara çıkarıldığı bir teşhirciliğe bırakmıştır. Teşhircilik ahlaki değerlerimizin önüne geçmiş bir onur madalyası gibi taşınmaktadır. Ailemizin mahremiyeti, dört duvarın sırrı; "takipçi" ve "beğeni" sayıları uğruna ifşa edilmektedir. İnsanlar artık anı yaşamak için değil, o anı başkalarına ispatlamak, adeta "ben de varım" diye haykırmak için yaşamaktadır.

 Röntgencilik ve teşhircilik kültürü, Türk toplumunun ruh sağlığında onarılması güç hasarlar bırakmaktadır. Sanal vitrinlerde sergilenen filtreli mutluluklar, gerçeklikten uzak yaşanan hayatlar; gençlerimizde derin bir yetersizlik hissine, ailelerde ise doyumsuz bir kıyaslama hastalığına yol açmaktadır. Gerçek iletişim bağları kopmuş, evimizin içinde birbirine mesaj atan, göz göze gelip konuşamayan yabancılara dönüştürüldük.

 Durumlar değerlendirilip bir sonuca ulaştığımızda bu gidişat, sessiz işgalin zihinlerdeki zaferidir. Çare; teknolojiyi reddetmekte değil, irademizi o renkli ekranların illüzyonuna aldanmamakta yatar. Gerçek hayatın filtresiz olduğunu hatırlamak zorundayız.

 Aklımızın bir kenarına şu cümleyi yazalım; ‘’Ekranın ışığı ne kadar parlak olursa olsun, evin içini aydınlatmaya yetmez.’’

Google+ WhatsApp